Kara Elmas Hümik Asit

KARA ELMAS HUMİK ASİT;

Topraktan çıkarılan ve özellikle genel adı “humus”, “hümikler”, “hümik asitler” veya “humatlar” olarak bilinen maddeler eski zamanlardan beri birçok alanda genişçe kullanılmaktadır (1). Araştırmalar hümik asitlerin toprak humusunun bir parçası olduğunu ve yaşayan organizmalarda önemli bir rol oynadığını göstermiştir. Fakat hümik asitler topraklarda yeteri kadar bulunmamakta ve bitki beslemesinde bu maddeler bitkiye geçememektedir. Bunun neticesi olarak da hümik asitler insan ve hayvan beslemesine yeterli düzeyde bulunmamaktadır. Araştırmalara göre topraktaki humus miktarı %2’in altına düştüğü zaman, toprak bitkilerin ihtiyaç duyduğu yeterli hümik asitleri bitkiye geçirememektedir (2). Doğadaki en büyük karbon rezervlerinden birine sahip olan hümik asitler birçok değişik kaynaktan meydana gelebilmektedir. Örneğin toprak, su, kompost, bitki, mantar ve mikroorganizma gibi. Hümik asitlerin polimerleri birçok özelliklere sahiptir. Hafif ağırlıklı organik maddeler gibi diğer biopolimerle reaksiyona girme kabiliyeti mevcuttur. İnorganiklerle, özellikle, metallerle şelat kompleksleri yapabilmektedir. Toprak özütleri, özellikle hümik asitler, birçok metali bağlamaktadırlar. Bu yönleri ile hümik asitler toprak ıslahında ağır metal kirliliğini bertaraf etmek için kullanılmaktadır (14).
 
Hümik asitler kararlı kümeler oluşturan doğal fenolik polimerlerdir. Bu kümeler öyle ki boyutları küçük bir proteinle boy ölçüşebilmektedir. Engebretson (69) çözünmüş hümik asitlerin ikincil yapıları bağlamında mikro-organizasyonunu karakterize eden özellikleri tanımlamıştır. Bu büyük moleküller kendi aralarında çözelti içinde üç boyutlu pozisyonda düzenlenmiştir. Hümik asit molekülleri dendritik (ağaca benzer şekil veya branşlaşma formunda bir mineralin diğer mineral içinde kristalleşmesi) olarak düşünülmektedir. Şeklen bir merkezi zıvanadan dağılan tekerlek parmaklarına benzeyen ilkel-polimer üç boyutlu yapılardır. Yapısında önemli oranda karboksil ve hidroksil ana grupları barındırmaktadırlar (70). Membranların fiziko-kimyasal özellikleri üzerine temellendirilmiş hümik asit modelleri geliştirilmiştir (68). Hümik asitlerin demet gibi bir araya toplanması ile oluşan kütlenin ortalama çapı 700–1700 Å’dur (71). Dünyada biojeokimyanın önemli parçaları olan hümik asitlerin özelliklerinden bazıları bileşik yapma-çözünme potansiyeli, indirgeme-oksitleme ve karboksil ile hidroksil grupları gibi fonksiyonel gruplara sahip olmasıdır. Hümik asitler, klasik kullanımları olan organik gübre ve yakıtın yanı sıra tıbbi preperatlarda yardımcı madde olarak kullanılabilmektedir (12). Hümik asitler petrol ürünleri ile kirlenen yer altı su kaynaklarından aromatik hidrokarbonların bertarafını sağlamakta da kullanılmaktadır (15). Doğal ve sentetik toprak özütleri, özellikle toprak tesviyesi ve toprak ıslahı maddeleri olarak tarım ve ilgili endüstrilerde yaygın bir biçimde halen kullanılmaktadır. Buna ilaveten, doğal ve sentetik toprak özütleri bahçe, peyzaj ve içme suyu çalışmalarında katkı maddesi olarak işlenmektedir. Faust’a göre hümik asitler mahsül veriminini de içeren bitki büyümeyi %10–30 oranında artışla etkilemektedir (13). 
 
Hümik asitler tarımda, hayvan beslemede ‘büyümeyi uyarmak’ için sıvı ve katı formlarda  kolay bulunabilir hammaddelerdir. Hümik asitler veteriner ilaç tedavisinde kullanılmıştır (44). Tavuklarda sodyum humatınfarmakokinetik [ilaçların absorpsiyon (emilim), dağılım, metabolizma (biyotransformasyon) ve eliminasyonunu kantitatif olarak ve özellikle zaman boyutları içinde incelenmesi] özelliği üzerine geniş bir biçimde çalışılmıştır (45).

Humat bileşikleri tavukçulukta besi yemi katkısı olarak kullanılmaktadır. Humatlar yeme katıldığı zaman tavuk ağırlık veriminde ortalama %5–7 artış ve ölümlerden de ortalama %3-5 oranında azalma sağlamıştır (16). Toprak özütleri antibiyotik üretimi için etkili ana katkı maddeleridir. Mikrobiyal büyümenin uyarılması derecesi; türlere, kültür ortamına ve çevreye büyük oranda bağımlıdır (17) . Hümik asitler birçok hastalığın tedavisinde çok eskiye dayanan bir deva bulma şekli olarak kullanılmaktadır. Ghabbour ve arkadaşları “pilayella littoralis” isimli bir canlı bitkiden hümik asit elde etmişlerdir (20). Ayrıca, insan ve hayvanların midesinde hümik asit olduğunu tespit etmişlerdir (21). Rıdvan ve arkadaşları hümik asitlerin kanla beraber sirküle olduğunu ve karaciğerde metabolize olduğunu göstermişlerdir. Hümik asitler ağız yolu ile hayvanlara verildiği zaman vücuda giren ağır metallerin zararlarının azaldığını ve tarım ilaçlarının olumsuz etkilerini bertaraf ettiklerini tespit etmişlerdir (22). Golbs ve arkadaşları hümik asitlerin risk içermeksizin, gebeler dahil, hayvanlarda hastalıklara karşı koruyucu ve “şifalı” bir etkiye sahip olduklarını bulmuşlardır (23).
 
Hümik asitler toprakta, bitkide, hayvanlarda  ve insanlarda var olan güvenli maddelerdir. Besin zincirinin doğal bir parçasıdır. Hümik asitler yaşayan organizmaların metabolizmalarında, mineral transferinde ve besinlerin ölü dokularının kompostlanmasında rol oynarlar. Birçok teknik makale hümik asitlerin güvenli maddeler olduklarını tescil etmişlerdir. Moskova Drepropetrovish Tarım Enstitüsü’deki bilim adamları; doku hastalıkları ve doku kimyası metotları ile kan, kalp-damar sistemi, iç organlar ve hayâtiyet taşıyan önemli organlara karşı hümik asitlerin zararsız olduklarını tespit etmişlerdir. Hümik asitler alerjik reaksiyonlara,  diğer ilaçlara bağlı anafilaksiye sebebiyet vermez..Hümik asitler sterildir. Embriyo-toksik (ceninin büyümesini veya gelişimini ters yönde etkileyen maddeler, aflatoksin gibi.) özellik göstermezler (2). Doğal olarak oluşan hümik asitlerin toksik özelliği yok denecek kadar azdır. Farelerde LD50 değeri 11500 mg/kg ca (canlı ağırlık)’dır. Fakat farelerde peranteral yolla (deriden veya mukoza zarından) ve tavşanlarda 163.5–205.8 mg/kg ca olarak karın zarından (peritondan) verildiği zaman zehirlidirler. Farelerde 30 günlük zehirlilik çalışmalarında 100 mg/kg ca/gün konsantre hümik asitin ve onun sodyum tuzlarının oral doz seviyeleri hayvanın hareketlerinde olumsuz bir tavra ve klinik rahatsızlıklara sebebiyet vermemiştir. Aynı sonuçlar köpeklere de 300 mg/kg olarak 90 gün boyunca uygulanarak elde edilmiştir. Konsantre hümik asitlerin 90 gün boyunca 1000 mg/kg ca/gün olarak yemle verilmesi ile fare ve tavşanların gastrointestinal bölgesindeki pH değerleri üzerine olumsuz etkisi olmamıştır. Konsantre hümik asitin (50-150 mg/ml) ve sodyum humatın (500-15000 mg/ml) dozlarda kullanılması çift insan fibroblastındaki (kollojen-i.e.,deri dokusu tarafından üretilen protein- sağlayan başlangıç hücreleri) veya bebek hamster ve tavşanların böbrek hücrelerindeki ani sapmaların (aberration) artmasına sebebiyet vermemiştir. Her iki formül de %0.1-%0.5 oranlarında metabolik aktivasyonun hem varlığında hem de yokluğunda Salmonella typhimurium TA98 ve TA100’daki mutajenik harekete neden olmamıştır. Buradan şu sonuca varabiliriz: Hümik asitler mutajenik (değişime sebebiyet verme kabiliyeti) değildirler (3). Hümik asitlerin 15 dakika ve 120 0C’da ısıl işleme tabi tutulması mutajenler üzerindeki engelleyici etkilerini değiştirmediklerini rapor etmişlerdir (33).
 
Kansere sebebiyet verip vermediği üzerine herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Böyle bir veri ihtiyaç duyulmamasının sebebi ise kullanılan bileşiklerin uzun dönem uygulamalarında kanserojen potansiyel göstermemeleri ve yine kullanılan test yöntemlerinde mutajenik harekete neden olmamasıdır. Kalıntı çalışmalarında domuzlara ağızdan 30 gün boyunca 500 ve 2000 mg/kg ca/gün humocarb ve konsantre hümik asit (16:1 oranında) verilmiştir. Aynı karışım koyunlara 1000 ila 2000 mg/kg ca/gün olarak verilmiştir. Çalışmalar neticesinde fotometrik metotla (algılama limiti: 10–50 mg/ml) herhangi bir hümik asite kan plazmasında, karaciğerde, kaslarda ve böbrekte rastlanmamıştır. Fakat analitik metotların yetersizliği nedeni ile sonuçlar sınırlı bir anlam taşımaktadır (3). Laub Biochem tarafından yapılan bir başka toksisite çalışmasında toplam güvenlik seviyesi 50 mg/kg ca seviyesine kadar çıkmıştır (4). Tavukların besi rasyonlarına verilen humatlar belirlenemeyen ölümleri %3 ila % 5 oranında azaltmıştır (5). İneklerin yemine verilen humatların süt kimyasında herhangi bir değişikliğe neden olmadığı gözlenmiştir (6).
 
Hümik asitlerin 20–2000 ppm aralığındaki konsantrasyonlarının oldukça etkili olduğu gözlenmiş ve bu miktarın hiçbir şekilde sitotoksik olmadığı anlaşılmıştır. Hümik asitler geniş bir alanda antiviral hareket göstermektedirler. Hümik asitler zehirli olmayan maddelerdir.
 
Doğal olarak oluşan hümik asitlerin zehirliliği oldukça azdır (46). İltihaplanmaya veya enfeksiyonlara sebebiyet veren durumları bertaraf eden maddelerin (anti-inflammatory) özelliğini gösteren hümik asitler uzun bir süre “koca karı” ilacı olarak birçok sağlık probleminin tedavisinde kullanılmıştır (18). Laub Biochemicals “hümik asitlerin geliştirilmiş ilk, doğru, ve en geniş alanda antiviral maddeler olduğunu” iddia etmektedir. Koksaki A9 (el-ayak-ağız hastalığı), HSV-1 (dudak uçukluğu), HSV-2 (Cinsel temasla bulaşır ve birincil olarak genital lezyonlara yol açar (8)], HIV [Kazanılmış bağışıklık yetmezliği sendromu : enfeksiyonu sonucunda bağışıklık sisteminin işlevinin bozulması ve sürekli fırsatçı enfeksiyonların oluşması ile ilerleyerek, düşkünlük oluşturan bir hastalık (8)] gibi enfeksiyonlarda çalışmalar yapmışlardır (7). İlaçların yanı sıra, hümik asitler kan ürünlerinin virüslerden uzaklaştırılmasında kullanılabilmektedir.
 
Hümik asitler anti-mikrobiyal özellikler göstermektedirler. Doğal hümik asitler sentetikleri kadar C. albicans, Ent. cloacae, Prot. vulgaris, Ps. aeruginosa, S. typhimurium, St. aureus, St. epidermidis, Str. Pyogenes gibi türlere karşı önleyici bir durum sergilemişlerdir (25). Aynı zamanda hümik asitler anti-viral özellikler de göstermektedirler. Özellikle retroviruslere karşı oldukça etkilidir (27). Ayrıca koksaki virus A9 (26), HSV-tip 1 (28), HSV-tip 2 (29),  HIV (30), grip virüsü tip A (31) ve grip virüsü tip B (32) türü virütik patojenler hümik asitlerin oldukça etkilediği türlerdir.Hümik asitlerin enzimatik sentezi ile enzimatik olmayan sentezi arasındaki kıyaslama şu neticeyi göstermiştir; enzimatik sentezli hümik asitler enzimatik olmayanlardan on kat daha etkili biçimde HSV Tip 1 ve Tip 2’yi tedavi etmiştir (34). Hümik asitler ayrıca hücre bağışıklığını uyarmaktadırlar. İnsan papilloma virüsü-HPV’yi önlediği tespit edilmiştir. [Papovaviridae ailesinden deri ve mukoza epitel hücrelerine ilgisi olan DNA virüsü. Onkojenik-kanser yapıcı- potansiyeli vardır. Deride ve genital bölgede siğil (Wart), gırtlakta iyi huylu tümör (papiloma) ve rahim kanseri (servikal) oluşturur(8)]. Hümik asitler rahim ağzı iltihabına (cervicitis)  şifa olmuştur (19). Hümik asitler tarafından “heparin-kan inceltici bir ilaç” türü bir hareket gösterilmektedir. Ayrıca hümik asitler “östrojen”e benzer hareket sergilemektedirler. Bu durum, onların rahim kanseri kontrolünde fonksiyonlarının etkili olduklarını hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda göstermişlerdir (24).
 
Hümik asitler dahil anti-viral maddelerin sitotoksik etkileri biyolojik (hücre morfolojisinin değişiklikleri ve yaşayabilirliliği) ve biyokimyasal test metotları ile değerlendirilmiştir. Doğal olarak oluşan hümik asitlerin insan dış yüzeyine ait kan lökositleri (akyuvar) için hücre zehirlemesi 1–9 mg/ml dozda gerçekleşmemiştir (48). Buna ilavetenMT–2 hücreleri [metallotiyonein (MT-2) = sisteinden zengin, düşük molekül ağırlıklı, metal bağlayıcı protein] içinhidrokuinondan hazırlanmış sentetik bir hümik asit yaklaşık 600 mg/ml dozda uygulanmıştır (49). Doğal olarak oluşan toprak maddelerinden damıtılan hümik asitlerden elde edilen ilaçların hem karserojene (50) hem de mutasyona (51)neden olmadıkları tespit edilmiştir. Hümik asitlerin doğum öncesi (52), embriyotoksik (embriyonun gelişimini olumsuz olarak etkileyen madde) ve teratojenik (anne karnındaki bebeğin büyümesini aksatan ve onda çeşitli şekil bozukluklarına yol açan madde ya da ilaç) etkileri (53) günlük 5–50 mg/kg ca doz seviyelerinde gözlenmiş ve olumsuz bir neticeye rastlanmamıştır.
 
Hümik asitlerin anti-viral mekanizması virüslerin hücreye hücumunu ve transkripsiyon (DNA'dan m-RNA'ya yazılım)ile transkripsiyon öncesi hazırlıkların bloklanmasını önlemekle gerçekleşmektedir. Hümik asitler virütik zarfların üzerine açıktan yapışmaktadırlar; örneğin, HIV gp120 gibi. [HIV bir membran zarfa sahiptir ki özel yapışık proteinli birçok kopyası ile kaplanmıştır. Buna gp120 denilmektedir. “gp” glikoprotein anlamına gelmektedir. Bu proteine şekerler yapışmaktadır. “120” ise bu proteinin moleküler büyüklüğüne işaret etmektedir: 120 kilo dalton . Bir yapışkan protein olarak HIV hedef hücreleri bağlamak için gp120’yi kullanmakta ve bu hücreler ile viral zarları buharlaştırmaya başlamaktadır. Lentivirüslerin (HIV-1, HIV-2 gibi) tamamında gp 120 bağlama ve buharlaştırmanın her ikisi için de bir hücresel reseptör kullanmaktadır (9)].  Ayrıca, hümik asitler hücresel reseptörlere (alıcılara) virüslerin ileri boyutta yapışmasına mani olmaktadırlar. Humat bileşikleri, HIV–1 enfeksiyonun meydana gelişimini güçlü bir şekilde engelleyen, ihmal edilebilir zehirliliğe sahip, bağışıklık hücresi koruyucu etkileri olan, topraktan ayrıştırılan ve hümik asitlerden doğal olarak oluşan maddelerdir. Sentetik humatlar doğal benzerleri kadar suda çözülebilir amorf  (şekilsiz) katılardır. Yaşayan organizmaların dışındaki suni çevrede (in vitro) sentetik humatlar ve doğal bir benzeri 25 µg/ml konsantrasyonda hücre zehirlemesi yapmadan HIV-1’i tamamen engellemiştir. Aynı çalışmada karşılaştırma bakımından AZT (AIDS tedavisi için önerilen antiviral bir ilaç) HIV-1’i 60 µg/ml konsantrasyonda dikkate değer hücre zehirlenmesi ile önlemiştir. Sentetik humatlar ve doğal benzeri olan hümik asitler, enfeksiyona uğramış T hücreleri [vücudu normal olarak tehlikelerden koruyan hücrelerin bir familyasını, lenfositlerin bir alt kümesini oluşturur ve bağışıklık yanıtında önemli bir yere sahiptir. 'T' kısaltması timüsden gelmektedir ki timüs bu hücrelerin son olgunlaşma evrelerinin geçtiği organdır (11)] limfoma’da [DNA’nın zarar görmesi veya değişmesi sebebi ile hücrenin tavrını belirleyen limfosite-bir bağışıklık hücresi- gelen hastalık (10)] ve monosit (en büyük ve en az sayıda bulunan akyuvarlar) hücre hatlarında HIV-1’i etkili bir şekilde engellediği tesbit edilmiştir (7).
 
Kalsiyum hidroksiapatit (hareket edebilen ve çoğalabilen kemik hücreleri üzerinde yapı iskeleti kuran malzemeler) oldukça önemli osteokondüktif bir maddedirBu madde ana dokuyu yeni kemik dokularının oluşumunun depolanması için “kılavuz” olarak desteklemektedir. Fakat, kalsiyum hidroksiapatit oldukça yavaş emilmektedir. Sentetik hümik asitle aşılanmış kalsiyum hidroksiapatit dikkate değer biçimde emilme işlemini uyarmaktadır. ‘X-ray diffraction’ analizi ile belirlendiği üzere hümik asitlerin kollajen lifleri ile hidrojen bağı kadar kovalent bağ ve çapraz bağ teşekkülü sağladığı görülmüştür. Ayrıca tendon (kasların kemiklere yapışmasını sağlayan yapılar) mukavemetinin %75 oranında arttığı tespit edilmiştir (35).
 
Doğal ve sentetik hümik asitler 14 günlük test süresince 100–300 mg/gün doz seviyesinde insanlardaki gronülositlerin (sitoplazmada granüllere sahip olan beyaz kan hücrelerinin herhangi bir grubu) fagositik (organik yahut inorganik maddeleri alıp sindirebilen beyaz kan hücresi) ve bakteriyolojik hareketlerini uyardığı tespit edilmiştir. Burada 600 mg/gün doz seviyesinde gronülositlerin bakteriyolojik ve fagositik özelliklerinin geçici ve önemsiz olarak arttığı da bulunmuştur (36).

Hemostaz, tıpta kan kaybının önlenmesi ve kanamanın durdurulması, üzerine doğal ve sentetik hümik asitlerin etkileri çalışılmıştır. Hümik asitlerin 100–300 mg/kg ca doz seviyesinde kanama zamanı, pıhtılaşma zamanı, thrombin (fibrinojeni fibrine çevirerek kanın pıhtılaşmasını kolaylaştıran kandaki plasma proteini) zamanı, prothrombin (kan pıhtılaşma etmenlerinden biri. Sentezlenmesi için K vitamini gereklidir.) zamanı, kaolin-kefalin (fosfolipidlerin bir grubu) zamanı, euglobulin erime zamanı (fibrinolitik sistemin hareketinin ölçülmesi), fibrinojen (kan pıhtılaşma mekanizmasının en son basamağını yapan protein)  konsantrasyonu,  platelet (pıhtılaşmaya yardımcı olan kan elemanı, trombosit) sayımı veya ADP (adonisin difosfat)- trombosit kümeleşmesi üzerine etkileri tespit edilmiştir (37).
 
Farelerde karaciğerin 2/3’nün hepatektomi (karaciğerin kısmen yada tümüyle cerrahi olarak çıkarılması ) ile alınmasından sonra karaciğer dokusunun yenilenme görevini test etmek maksadı ile doğal hümik asitlerin etkisi üzerine bir çalışma yapılmıştır. İlk olarak, hümik asitlerin 20 mg/kg ca/gün dozdaki kısa dönem uygulaması ornithine(büyüme hormonu) dekarboksilaz hareketini engellemiştir. Ayrıca,  karaciğerin genel onarma kabiliyetinde azalma, DNA, RNA ve spermidin (putrescin’den elde edilen bir poliamin) eldesinde düşüşe sebebiyet vermemiştir. Bunun aksine, uzun dönem çalışmada hümik asitler ornithine dekarboksilazı uyarmış, karaciğerin toplam ağırlığında artış sağlanmış, RNA ve DNA seviyeleri kadar spermidin ve histamin miktarında da artış sağlanmıştır. Bu tespit edilen etkiler hümik asitlerin poliamin biosentezini engellemesi nedeni ile olmaktadır (38).

Turbadan elde edilen hümik asitlerin 40–360 mg/ml konsantrasyonda verildiği zaman fare karaciğer mitokondrisinde (hücrenin enerjisini sağlayan ATP oluşumu) solunumu uyardığı tespit edilmiştir. Hümik asitler yaşayan organizmaların dışındaki suni çevrede (in vitro) mitokondride oksidatif fosforilasyonun (organik moleküllerin yıkımıyla oluşan ürünlerin yüksek enerjili elektronları elektron taşıma sistemi aracılığıyla kademe kademe oksijene iletirken elektronların enerjisinden ATP sentezi olayı)  verimini 40–400 mg/ml konsantrasyonda arttırmıştır (39).
 
Sodyum humatın ‘Co-radyasyon’un ölümcül dozlarına maruz bırakılmış melez farelerin ‘en yüksek ortalama ömrünü’ uzattığı bulunmuştur (40).
 
Hümik asitlerin sitokin (haberci maddeler olarak işlev gören ve hücreler arası iletişimden sorumlu olan doku hormonları-oluşum yerlerinin yakın çevresinde etkili olurlar-) üretimini uyardığı tespit edilmiştir. Ayrıca sitokine ilaveten interferonları (biyolojik olarak vücudun enfeksionlara ve hastalıklara doğal savunmasını geliştiren maddeler) ve tümör nekroz faktörüne (yara iyileştirme faktörü, TNF) uyardıkları tespit edilmiştir (41).
 
Histopatolojik (zarara uğramış dokudaki mikroskopik anatomik değişikliklerin incelenmesi) çalışmalar göstermiştir ki doğal olarak meydana gelen hümik asitler timus bezini (tiroid bezinin altında göğüs boşluğunda ve soluk borusunun önünde bulunur. Doğumdan öncesi ile hemen sonrası lenfosit meydana getirerek vücudu enfeksiyonlardan korur) uyararak morfolojik (yapısal) değişikliğe sebebiyet verebilmektedirler (42).
 
Doğal hümik asitler, koruyucu olması bakımından, farelere verildiğinde etanolün mide mukozasına (organların iç yüzlerini kaplayan ve salgı üreten doku tabakası) yapmış olduğu zararı büyük ölçüde bertaraf etmişlerdir. Ayrıca hümik asitler deneysel olarak mide ve on iki bağırsak ülserine maruz bırakılmış işlemin tedavisinde hızlı ivme sağlamıştır (43).
 
Lipozom-kapsüllü (maddeleri tutup, cilt tarafından emildikten sonra cilde geçirebilme özelliği olan taşıyıcı sistem) veya serbest sodyum humatlar tavuklara intra-kardia’dan (midenin yemek borusu ile birleştiği ağzı), ağızdan veya deri altından verilmiş ve bir çeşit farmakokinetik değerler tespit edilmiştir. Lipozom-kapsüllü sodyum humatın kan temizliği, serbest sodyum humattan veriliş tarzına bakılmaksızın daha yüksek olmuştur. Fakat ekstravasküler (damar dışına) verildikten sonraki ‘yarı ömrün bertarafı’  intra-kardia’ya verilme sonrasından daha uzun olmuştur. En yüksek ilaç konsantrasyon değerleri sodyum humatın kan sirkülasyonu içine enjekte edilmesi ile nüfuz edilişinin çok yavaş olduğunu göstermiştir. Sodyum humatın biyolojik olarak elverişliliği veriliş metoduna ve doz miktarına bağlıdır. Serbest sodyum humatın intra-kardia’dan veriliş şeklinin yanı sıra deri altından verilmesinin biyo-elverişliliği oldukça yüksek olmuştur. Sentetik hümik asitler %1 su/yağ emülsiyonu ile hızlıca dermisten (cilde elastikliğini veren lifli ve iyice damarlaşmış bir doku) içeri girdikleri ve daha sonra da dikenli tabaka içinde bir hazne oluşturdukları tespit edilmiştir (47).
 
Hümik asitler organik ve inorganik polimerik bileşikler içeren kompleks karışımlardır. Bu karışımların içerikleri toprağın türüne ve özütleme (extraction) metotlarının tipine göre değişiklikler arzetmektedir (54), (55). Hümik asitlerin kimyasal özelliklerini tespitte kullanılan teknikler şu şekilde sıralanabilir: kapillari elektroforez (56), ultrasantrifugasyon (57), elektro paramagnetik rezenans ve infrared spektroskopi (58), değişik solvent ve diğer ayrıştırma metotları (57), gaz kromotografi (59), gaz kromotografi-kütle spektrometri [GC-MS) (60), jel-geçirgenlik kromatografi (61), HPLC (Yüksek Performanslı Sıvı Kromatografi) (62) ile (63), kütle spektrometri (64) ile (65), NMR [Nükleer Mağnetik Rezonans] (66) ve poliakrilamid jel elektroforez (67).
 
Hümik asitlerin kimyasal olarak çok iyi tarif edilememiş olmalarından dolayı, doğal olarak oluşanlarına benzer fizikokimyasal özellikler içeren sentetik hümik asitlerin hazırlanışı oldukça zordur. Fakat bu alanda birçok dikkate değer gelişmeler olmaktadır. Üç genel strateji geliştirilmiştir. Bütün stratejiler başlangıç olarak hidroksibenzoik asitebağlıdırlar. Daha sonra daha büyük molekül elde edebilmek için kendi aralarında başlangıç molekülünü polimerize etmektedirler. Bu metotlar mikrobiyal, kimyasal ve enzimatik olarak meydana gelme şeklinde değişiklikler arz etmektedir (72). Robert-Gero ve arkadaşları (73) hümik asitlerin mikrobiyal orijinlerini tanımlamışlardır. Klocking (74) hümik asitlerin kimyasal sentezini gerçekleştirmede öncülük etmişlerdir. Hümik asitlerin kimyasal sentezinde dikkate değer başka çalışmalar aurintrikarboksilik asit, türevleri veya ilgili bileşikler üzerinden Clercq ve arkadaşları tarafından çalışılmıştır (75). Hampton, hümik asitlerin enzimatik katalitik sentezini 1960’lı yılların başlarında hazırlamıştır (76). Ayrıca, Hampton, enzimatik olarak okside olmuş fenollerin fitopatojenik (bitkilerden kaynaklanan) virüsleri pasifize ettiğini bulmuştur (77). O-difenol oksidaz, hümik asit benzeri maddelerin enzimatik sentezi için kullanılmıştır (74).
 
 
REFERANSLAR
(1) F. J. Stevenson, Humus Chemistry. Genesis Composition Reactions; New York: Wiley, 1964; and, more recently, by A. Piccolo, Humic Substances in Terrestrial Ecosystems; New York: Elsevier, 1994.
(2) Effects of Humic Acid on Animals and Humans,Envıromate TM,8571 Boat Club Road,Fort Worth, Texas 76179, January 2, 2002.
(3) The European Agency for the Evaluation of Medicinal Products, Veterinary Medicines Evaluation Unit London, 22 September 1998 Doc. Ref : EMEA-V-PHJ-wip-33711-1998
(4) Laub, R. Acute systemic toxicity studies of natural product and synthetic humates. Laub BioChem Corp, August 1998.www.laubbiochem.com.
(5) Hampi, J.; Herzig, I.; Vicek, J., Pharmacokinetics of sodium humate in chickens. Vet Med, 1994; Vol 39; Issue 6; Pages 305-313.
(6) Mosley, R., Field trials of dairy cattle. Non-published research. Enviromate, Inc. August 1996.
(7) Laub, R., Laub developing humate with anti-HIV, HSV, HPV and other antiviral activity. Biotechnology Information Institute, February 2000. Antiviral Drug and Vaccine Development Information, Vol. 12, No. 2. ISBN 0897-9871.
(12). Klöking, R., Medical Aspects and Applications of Humic Acids, Biopolymers for Medical and Pharmaceutical Apllications, Wiley-VCH, p:4, 2005.
(13) R. H. Faust, in a paper presented at the Conference of the International Federation of Organic Agriculture Movements; Copenhagen, Denmark: October, 1996; P2, 20.
(14) M. A. Rashid, Soil Sci. 1971, 111, 298-306.
(15) H. Xu, S. Lesage, L. Durham, and K. Novakowski, in Proceedings of the Fourth Annual Symposium on Groundwater and Soil Remediation; Calgary Alberta: Sep. 21-23, 1994; 635-646
(16) L. M. Stepchenko, L. V. Zhorina, and L. V. Kravtsova, Biol. Nauki 1991, 10, 90-95.
(17) T. A. Huck, N. Porter, and M. E. Bushell, J. Gen. Microbiol. 1991, 137(10), 2321-2329
(18) F. K. Achard, Crells Chem. Ann. 1786, 11, 391-403
(19) J. Woyton, M. Gabrys, T. Bielanow, M. Zimmer, J. Sokalski, R. Geneja, and M. Zborowski, Arch. Immunol. Ther. Exp. (Warsz) 1993, 41(1), 99-103.
(20) E.A. Gabbour, A.H. Khairy, (et.al.), J.Appl. Phycol., 6(1994) 459.
(21) A.H. Khairy, Acta Medica Empirica, 11(1981)898.
(22) F. Ridwan, (et.al.), Naturwiss., 65(1978)539.
(23) S. Golbs, (et.al.), Arch. Exp. Veternaermed., 36 (1982)179.
(24) R. Klocking, B. Helbig, (et.al.),Physiother., 33(1983)95-101.
(25) R. Ansorg and W. Rochus, Arzneimittelforschung 1978, 28(12), 2195-2198
(26) R. Klocking and M. Sprossig, Experientia 1972, 28(5), 607-608
(27) G. Sydow, V. Wunderlich, R. Klocking, and B. Helbig, Pharmazie 1986, 41(12), 865-868
(28) R. Klocking, K. D. Thiel, P. Wutzler, B. Helbig, and P. Drabke, Pharmazie 1978, 33(8), 539
(29) K. D. Thiel, R. Klocking, H. Schweizer, and M. Sprossig, Zentralbl. Bakteriol [Orig. A] 1977, 239(3), 304-321
(30) M. Cushman, P. Wang, S. H. Chang, C. Wild, E. De Clercq, D. Schols, M. E. Goldman, and J. A. Bowen, J. Med. Chem. 1991, 34(1), 329-337.
(31) R. Mentel, B. Helbig, R. Klocking, L. Dohner, and M. Sprossig, Biomed. Biochim. Acta 1983, 42(10), 1353-1356
(32) J. Hils, A. May, M. Sperber, R. Klocking, B. Helbig, and M. Sprossig, Biomed. Biochim. Acta 1986, 45(9), 1173-1179
(33) T. Sato, Y. Ose, and H. Nagase, Mutat. Res. 1986, 162(2), 173-178
(34) K. D. Thiel, P. Wutzler, B. Helbig, R. Klocking, M. Sprossig, and H. Schweizer, Pharmazie 1984, 39(11), 781-782.
(35) U. N. Riede, I. Jonas, B. Kirn, U. H. Usener, W. Kreutz, and W. Schlickewey, Arch. Orthop. Trauma Surg. 1992, 111(5), 259-264.
(36) U. N. Riede, G. Zeck-Kapp, N. Freudenberg, H. U. Keller, and B. Seubert, Virchows Arch. B Cell Pathol. Incl. Mol. Pathol. 1991, 60(1), 27-34
(37) H. P. Klocking, Arch. Toxicol. Suppl. 1991, 14, 166-169
(38) C. Maslinksi, W. A. Fogel, and W. Andrzejewski, Acta Pol. Pharm. 1993, 50(4-5), 413-416.
(39) S. A. Visser, Sci. Total Environ. 1987, 62(4), 347-354.
(40) G. G. Pukhova, N. A. Druzhina, L. M. Stepchenko, and E. E. Chebotarev, Radiobiologiia 1987, 27(5), 650-653.
(41) A. D. Inglot, J. Zielinksa-Jenczylik, and E. Piasecki, Arch. Immunol. Ther. Exp. (Warsz) 1993, 41(1), 73-80
(42) J. A. Madej, J. Kuryszko, and T. Garbulinski, Acta Pol. Pharm. 1993, 50(4-5), 397-404.
(43) T. Brzozowski, A. Dembinski, and S. Konturek, Acta Pol. Pharm. 1994, 51(1), 103-107.
(44) M. Kuhnert, V. Fuchs, H. Knauf, and U. Knoll, Arch. Exp. Veterinarmed. 1985, 39(3), 344-349.
(45) J. Hampl, I. Herzig, and J. Vlcek, Vet. Med. (Praha), 1994, 39(6), 305-313.
(46) K. D. Thiel, B. Helbig, R. Klocking, P. Wutzler, M. Sprossig, and H. Schweizer, Pharmazie 1981, 36(1), 50-53
(47) W. Wohlrab, B. Helbig, R. Klocking, and M. Sprossig, Pharmazie 1984, 39(8), 562-564.
(48) K. D. Thiel, U. Eichhorn, H. Schweizer, and R. Klocking, Arch. Toxicol. Suppl. 1980, 4, 428-430.
(49) J. Schneider, R. Weis, C. Manner, B. Kary, A. Werner, B. J. Seubert, and U. N. Riede, Virology 1996, 218(2), 389-395.
(50) J. Koziorowska and E. Anuszewska, Acta Pol. Pharm. 1994, 51(1), 101-102
(51) T. Sato, Y. Ose, and H. Hagase, Mutat. Res. 1986, 162(2), 173-178 
(52) S. Golbs, V. Fuchs, M. Kuhnert, and C. Polo, Arch. Exp. Veterinarmed. 1982, 36(2), 179-185)
(53) T. Juszkiewicz, M. Minta, B. Wlodarczyk, B. Biernacki, and J. Zmudzki, Acta Pol. Pharm. 1993, 50(4-5), 383-388.
(54) D. Vaughan and R. E. Malcolm, Plant Soil Sci. 1985, 16, 1-443
(55) N. Senesi, Y. Chen, and M. Schnitzer, Soil Biol. Biochem. 1977, 9, 397-403)
(56) S. Pompe, K. Heise, and H. Nitsche, J. Chromatogr. A, 1996, A723(1), 215-218
(57) R. S. Cameron, B. K. Thornton, R. S. Swift, and A. M. Posner, J. Soil Sci. 1972, 23(4), 394-408
(58) G. Tollin and C. Steelink, Biochim. Biophys. Acta, 1966, 112(2), 377-379
(59) I. Arsenie, H. Boren, and B. Allard, Sci. Total Environ. 1992, 116(3), 213-220
(60) H. -R. Schulten and M. Schnitzer, Soil Sci. 1992, 153(3), 205-224
(61) B. Kosinkiewicz, Acta Microbiol. Pol. 1977, 26(4), 387-392
(62) M. A. Curtis, A. F. Witt, S. B. Schram, and L. B. Rogers, Anal. Chem. 1981, 53, 1195-1199
(63) M. Susic and K. G. Boto, J. Chromatogr. 1989, 482(1), 175-187
(64) H. -R. Schulten, G. Abbt-Braun, and F. H. Frimmel, Environ. Sci. Technol. 1987, 21(4), 349-357;
(65) C. Sorge, R. Mueller, P. Leinweber, and H. R. Schulten, Fresenius' J. Anal. Chem. 1993, 346(6-9), 697-703
(66) F. J. Vila, H. Lentz, and H. D. Ludemann, Biochem. Biophys. Res. Commun. 1976, 72(3), 1063-1070
(67) R. Klocking, J. Chromatogr. 1973, 78, 409-416
(68) R. L. Wershaw, Environ. Health Perspect. 1989, 83(11), 191-203
(69) R. R. Engebretson and R. von Wandruszka, Environ. Sci. Technol. 1994, 28, 1934.
(70) T. H. Mourey, S. R. Turner, M. Rubinstein, J. M. J. Frechet, C. J. Hawker, and K. L. Wooley, Macromolecules 1992, 25, 2401-2406.
(71) R. Osterberg and K. Mortensen, Radiat. Environ. Biophys. 1994, 33(3), 269-276.
(72) K. Murray and P. W. Linder, J. Soil Sci. 1983, 34, 511-523.
(73) M. Robert-Gero, C. Hardisson, L. Le Borgne, and G. Pignaud, Ann. Inst. Pasteur (Paris) 1966, 111(6), 750-767
(74) R. Klocking, B. Helbig, and associates: R. Klocking, B. Helbig, and P. Drabke, Pharmazie 1977, 32, 297
(75) M. Cushman, P. Wang, S. H. Chang, C. Wild, E. De Clercq, D. Schols, M. E. Goldman, and J. A. Bowen, J. Med. Chem. 1991, 34(1), 329-337
(76) R. E. Hampton and R. W. Fulton, Virology 1961, 13, 44-52
(77) R. E. Hampton, Phytophathology 1970, 60, 1677-1681)