COVİD 19 DA SPİKE PROTEİNLERİNE BAĞLI OLUŞAN OLUMSUZLUKLAR VE KORUNMA YOLLARI;
Tarih: 26 Eylül 2022
Bu, yazıda viral hastalık ve aşı kaynaklı oluşan spike proteinlerin vücuttan nasıl temizleneceğine dair araştırma sonuçlarını paylaşacağız. Çünkü bu aşılar ve Covid,in hastalık seyri ile ilgili bilgilerimiz henüz yeterli değil. Bugün, aşının ve hastalığın vücutta oluşturduğu problemler ile ilgili neler yapabileceğimizi düne göre daha çok biliniyor. Burada kullanılması önerilecek bitkisel destekler ve mikrobesinler , uluslararası doktorlar, bilim adamları ve bütünsel tıp pratisyenlerinin ortak klinik deneyimleri ve çalışması sonucu oluşmuştur.
Bu bilgilerden kimler yararlanabilir?
Covid-19 geçirdiyseniz, veya bir Covid-19 aşısı olduysanız veya Covid-19 aşısı olanların ortama yaydıkları spike proteinleri etkisi ile ilişkili olabilecek semptomlar yaşıyorsanız, bu bilgiler sizlere yardımcı olabilir.
Hem Covid-19 virüsünün bir parçası olan hem de aşılama sonrası vücudumuzda üretilen spike proteini vücudumuzda dolaşarak hücre, doku ve organlara zarar verebilmektedir. Bu zararı daha az yaşamak için bir takım tedbirler almak, bunun için de bağışıklık sistemini destekleyip vücudu korumasına yardımcı olacak bazı destekleyici gıdalar kullanmalıyız.Pekçok insanın covid sonrası yaşadığı pekçok olumsuz belirti olmasına rağmen-SPİKOPATİ- mevcut sağlık sisteminin bu zararları ortadan kaldırmaya yönelik maalesef çok fazla çözüm önerileri yoktur. Bu detoks yaklaşımı hem hastalık sonrası hem de aşı sonrası ortaya çıkan olumsuz reaksiyonları ortadan kaldırmaya yardımcı bir protokoldür.
Covid -19 pozitif olmanıza rağmen veya aşı olduktan sonra herhangi bir olumsuz semptom yaşamamış olsanız bile , vücudunuzda kalıcı spike (diken proteinleri) oluşmuş olabilir. Aşı veya enfeksiyondan sonra bunları temizlemek için uygulayacağınız basit ve doğal detoks yöntemleri sizi spike proteinin vücutta oluşturacağı hasara karşı koruma oluşturmak konusunda destekleyecektir.
Detoks uygulaması virüs etkisi ve oluşturduğu zararlara aracılık eden birkaç temel mekanizma göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır;
- Başak proteini
- ACE2 reseptörleri
- İnterlökin 6 (IL-6)
- Furin
- Serin proteaz
Proaktif ve destekleyici önlemler olarak ne yapabiliriz;
Hastalık oluşmadan önce uygulanacak yöntemler hastalık tedavisine göre çok daha kolay ve masrafsızdır. Bu nedenle öncelik hastalığa karşı bağışıklık sistemini güçlü halde tutmaktır. Hem hastalığı önlemede hem de hastalığı kolay atlatmada beslenme en önemli yardımcımızdır. Sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanmak ilk uygulanması gereken yaklaşım olmalıdır.
- Pro inflamatuar gıda maddelerinin tüketimini azaltacak şekilde diyetinizi değiştirmek,
- Düşük histamin içeren diyet kullanmak,
- İşlenmiş gıdalardan ve GDO'lardan kaçınmak,
- Aralıklı oruç yaygın olarak 8 saat içerisinde besin alma 16 saatlik bölümde aç kalma şeklinde uygulanır. Genellikle aralıklı oruç yapanlar günlük beslenmenin tamamını her gün 6-8 saat içinde tüketirler. Bu diyet yöntemi, esas olarak, hücrelerin parçalandığı ve bileşenleri geri dönüştürdüğü insan hücrelerinde gerçekleşen bir geri dönüşüm süreci olan otofajiyi teşvik için kullanılır. Otofaji, vücut tarafından hasarlı hücre proteinlerini ortadan kaldırmak için kullanılır ve enfeksiyon sonrası zararlı virüsleri ve bakterileri ciddi anlamda yok edebilir.
- Mikrobesin dengesini oluşturacak şekilde , vücutta eksiklikleri olan vitamin ve minerallerin takviyesi yapmak.
- Su tüketimi günlük en az kilo x 30 mili litre düzeyinde olmalıdır.
- İnfrared Sauna uygulamaları spike proteinini detoks etmenin iyi bir yolu olarak kabul edilmektedir.
Spike proteini nedir?
Spike proteini virüsün hücrelere yapışmasını ve içine girmesini sağlayan dikenimsi çıkıntıdır. Virüs bu çıkıntıları sayesinde hücrelere giriş yapar. Spike proteini tüm SARS-CoV-2 varyantlarında bulunabilir. Ayrıca mRNA Covid-19 aşısı bu proteini vücudunuzda üretimini sağlamak suretiyle etki etmektedir.
Doğal yolla bulaşan SARS-CoV-2 virüsü enfeksiyon sırasında, başak proteinleri, virüsün vücudunuzdaki hücrelere girmesine yardımcı olmada önemli bir rol oynar. S2 olarak bilinen proteinin bir bölgesi, viral oluşumu hücre zarınızla birleştirir. S2 bölgesi ayrıca koronavirüs spike proteininin bağışıklık sistemi tarafından kolayca tespit edilmesini sağlar ve bu da daha sonra virüsü hedefleyip bağlamak için antikorlar oluşmasını sağlar.
Spike proteinleri mRNA Covid-19 aşısı yapıldıktan sonra vücudunuz tarafından üretilir ve hücre zarlarına kaynaşabilmeleri bakımından benzer işlevler görürler. Ek olarak, kendi hücrelerinizde yapıldıkları için, hücreleriniz başak proteinini yok etmek için bağışıklık sisteminiz tarafından hedeflenir. Bu nedenle, bağışıklık sisteminizin sivri proteinlere tepkisi, vücudunuzun başka hücrelerine zarar verebilir.
Ortaya çıkan kanıtlar, hücrelerimizin çekirdeğinde bulunan başak proteininin hücrelerimizin DNA'yı onarma yeteneğini bozduğunu da gösteriyor .
Klinik çalışmalar, şiddetli COVID-19'lu hastaların gecikmiş ve zayıf adaptif bağışıklık tepkileri sergilediğini göstermiştir; ancak SARS-CoV-2'nin adaptif bağışıklığı engelleme mekanizmasının belirsizliği çözülememiştir. Mekanik olarak, spike proteinin çekirdekte lokalize olduğunu ve anahtar DNA onarım proteini BRCA1 ve 53BP1'in hasar bölgesine alınmasını engelleyerek DNA hasarı onarımını engellediği in vitro çalışmalarda görülmüştür. Bulgular, başak proteininin adaptif bağışıklığı engelleyebileceği ve tam uzunlukta başak esaslı aşıların potansiyel yan etkilerinin , aşılama uygulamaları yapılırken mRNA aşılarının risklerinin gözardı edilmemesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. (PMID: 34696485)
Spike proteinden neden detoks yapmayı düşünmeliyim?
Doğal bir enfeksiyondan sonra veya bir Covid aşısından sonra oluşan spike proteini, vücudumuzun hücrelerine zarar verir, bu nedenle elimizden geldiğince bu durumu detoksifiye etmek için harekete geçmek önemlidir.
Spike proteini, virüsün oldukça toksik bir parçasıdır ve araştırmalar, aşının indüklediği spike proteini toksik etkilerle ilişkilendirilmiştir. Spike protein zararlarının boyutu ile ilgili araştırmalar hala devam etmektedir.
Virüs spike proteini,Covid veya aşı sonrası oluşan kan pıhtıları, beyin sisi, pnömoni ve miyokardit gibi olumsuz etkilerle ilişkilendirilmiştir. Covid-19 aşısı yan etkilerinin çoğundan da muhtemelen bu protein sorumludur.
Pfizer aşısı için Japonya’da yapılan bir bio-dağılım çalışması, aşılamadan sonraki 48 saat içinde, spike proteinlerinin enjeksiyon bölgesinde kalmadığını ve yumurtalıklar , nörolojik dokular, kemik iliği , karaciğer gibi dokulara giderek yüksek oranda ulaştıklarını göstermiştir.
Spikopati üzerine ortaya çıkan kanıtlar, spike proteinin biriktiği herhangi bir dokuda iltihaplanma ve pıhtılaşma ile ilgili etkilerin meydana gelebileceğini düşündürmektedir. Ek olarak, farelerde yapılan hakemli araştırmalar , spike proteinin kan-beyin bariyerini geçebildiğini bulmuştur. Bu nedenle, vücuttan temizlenmediği takdirde insanlarda potansiyel olarak nörolojik hasara yol açabilir.
Spike protein yükünüzü nasıl azaltabilirsiniz?
Uzun Covid ve aşı sonrası hastalığı olan insanları desteklemek, yeni ve gelişmekte olan bir sağlık araştırması ve uygulaması alanıdır. Aşağıdaki listeler faydalı olabilecek maddeler içermektedir. Bu liste, insanların Covid-19'dan ve enjeksiyon sonrası hastalıktan kurtulmalarına yardımcı olma konusunda çeşitli deneyimlere sahip uluslararası doktorlar ve bütünsel uygulayıcılar tarafından derlenmiştir.
Neyse ki, vücudunuzun ani protein yükünü azaltmak için bir dizi kolay ulaşılabilir, doğal çözüm var.
Bazı "Protein Bağlanma İnhibitörleri", spike proteinin insan hücrelerine bağlanmasını engellerken, diğerleri spike proteini nötralize ederek artık insan hücrelerine zarar vermemesini sağlar.
Spike Protein İnhibitörleri: Prunella vulgaris, Pine needles, Neem, Karahindiba Yaprağı Ekstresi,
Spike Protein Nötrleştiricileri: N-asetilsistein (NAC), Glutatyon, Rezene çayı, Yıldız anason Çayı, Çam iğnesi Çayı, Sarı Kantaron, C vitamini
- Çam iğneleri, rezene, yıldız anason, sarı kantaron ve karakafes yaprağı gibi doğada bulunan birçok bitki, başak proteinini nötralize etmeye yardımcı olabilecek şikimik asit adı verilen bir madde içerir. Şikimik asit, spike proteinin olası birkaç zararlı etkisini azaltmaya yardımcı olabilir ve kan pıhtısı oluşumunu engeller .
- Düzenli oral C vitamini dozları, herhangi bir toksini nötralize etmede faydalıdır.
- Çam iğnesi çayı güçlü antioksidan etkilere sahiptir ve yüksek konsantrasyonlarda C vitamini içerir.
ACE2 reseptörü nedir?
ACE2 reseptörü hücre duvarında, akciğer ve kan damarı astarlarında ve trombositlerde bulunur. Spike proteini ACE2 reseptörlerine bağlanır. ACE2 reseptörleri virüsün hücreye giriş kapısıdır.
SARS-CoV-2, yüzeyindeki bir "spike" proteini konakçı içindeki anjiyotensin dönüştürücü enzim 2'ye (ACE2) bağlayarak insan hücrelerini enfekte eder. ACE2, doku homeostazını korumak için çok önemlidir ve insanlarda renin-anjiyotensin-aldosteron sistemini (RAAS) negatif olarak düzenler. RAAS, akciğerler, kalp, böbrek ve damar sistemi dahil olmak üzere çoklu organ sistemlerinde normal işlev için çok önemlidir. SARS-CoV-2'nin ACE2 yoluyla içselleştirildiği göz önüne alındığında, ACE2 ekspresyonunda ortaya çıkan bozulma, doku fonksiyonunun değişmesine yol açabilir ve kronik hastalıkları şiddetlendirebilir. ACE2'nin birden fazla organda yaygın dağılımı ve ifadesi, COVID-19'un çeşitli klinik sonuçlarını anlamamız için kritik öneme sahiptir.( PMID: 33275540)
- Spike proteinler hücre duvarına bağlanır ve başlı olarak kalırsa, bağışıklık sistemininin sağlıklı hücrelere saldırması tetiklerler. Bu süreç otoimmün hastalıkların tetiklemesi sonucunu doğurur.
- Spike proteini, kan trombositleri ve kan damarlarını kaplayan endotelyal hücreler üzerinde bulunan ACE2 reseptörlerine bağlanabilir, bu da aşıya bağlı trombotik trombositopeniye neden olabilir.Aşıya bağlı trombotik trombositopeni (VITT) ile bağlantılı anormal kanama ve/veya pıhtılaşma gelişmesine neden olabilir. Bu problemler hastalık veya aşılamadan sonraki 5-28 gün sonrası çıkıyor görünmektedir.
ACE2 reseptörlerinizi nasıl detoks edersiniz
ACE2 reseptörlerini doğal olarak koruyan maddeler:
- Yeşil Çay Ekstresi
- Quercetin (Çinko ile)
- Fisetin
İnterlökin-6 nedir?
Interlökin 6 veya IL-6, birincil olarak proinflamatuar bir sitokin proteinidir. Bu, vücut tarafından enfeksiyona veya doku hasarına yanıt olarak doğal olarak üretildiği ve inflamatuar yanıtı başlattığı anlamına gelir.
Neden IL-6'yı hedeflemelisiniz?
Bazı doğal maddeler, Interleukin 6'yı hedefleyerek aşı sonrası detoksifikasyon sürecine yardımcı olur. Bilimsel kanıtlar, IL-6 gibi sitokinlerin, enfekte olmayan bireylere kıyasla Covid ile enfekte olanlar arasında çok daha yüksek seviyelerde bulunduğunu göstermektedir. İL-6 Covid ilerlemesi için bir biyobelirteç olarak kullanılabilir. Solunum fonksiyonu bozuk olan hastalarda artmış IL-6 seviyeleri sıklıkla görülür. T lenfositler ,Virüse karşı savaşan hücrelerimizdir. Covid hastalarında T hücresi tükenmesi sıklıkla yaşanır. IL-6 seviyeleri ile T hücreleri seviyeleri ters orantılıdır.
IL-6 gibi proinflamatuar sitokinler aşılamadan sonra eksprese edilir ve çalışmalar spike proteinlerin beyne ulaşabileceklerini düşündürür.
IL-6 proteinlerinin detoksu preinflamatuar süreçleri rahatlatır.
IL-6'dan nasıl detoks yapılır
Birkaç temel anti-inflamatuar gıda takviyesi dahil olmak üzere aşağıdaki doğal maddeler listesi, etkisini engelleyerek IL-6'nın olumsuz etkilerini önlemek için kullanılabilir.
IL-6 İnhibitörleri (anti-inflamatuarlar): Boswellia Serrata ve karahindiba yaprağı ekstresi
Diğer IL-6 inhibitörleri: Çörek Otu Yağı (Nigella sativa), Curcumin, Omega-3 ve diğer yağ asitleri, Tarçın, Fsetin (flavonoid), Quercetin, Resveratrol, D3 vitamini (K vitamini ile), Çinko, Magnezyum, Yasemin Çayı, Defne yaprağı, Karabiber, Hindistan Cevizi Yağı ve Adaçayı
Furin nedir?
Furin, proteinleri parçalayan ve onları biyolojik olarak aktive eden bir enzimdir. Furinin spike proteinini ayırdığı ve böylece virüsün insan hücrelerine girmesine izin verdiği gösterilmiştir. Covid spike proteini üzerinde bulunan ve bölünmesini sağlayan furinin ,virüsü daha enfekte edici ve bulaşıcı hale getirdiği düşünülmektedir. Furin inhibitörleri spike proteinlerinin bölünmesini engelleyerek çalışır.
Furinden detoks nasıl yapılır?
Furini doğal olarak inhibe eden maddeler:
- Rutin
- limonen
- Baicalein
- Hesperidin
Serin proteaz nedir?
Serin proteaz bir enzimdir. Serin proteazın inhibe edilmesi, spike protein aktivasyonunu önleyebilir ve ayrıca hücrelere viral girişi azaltabilir, dolayısıyla enfeksiyon oranını ve şiddetini azaltabilir.
Serin proteazdan nasıl detoks yapılır ?
Serin proteazı doğal olarak inhibe eden ve vücuttaki ani protein seviyelerini düşürmeye yardımcı olabilecek maddeler:
- Yeşil çayı
- Mavi yeşil yosun
- Soya fasulyesi
- N-Asetil Sistein (NAC)
- Boswellia (Ak günlük)
Spike protein etkilerini azaltmak için kullanılabilecek destekler.
- D vitamini
- C vitamini
- NAC (N-asetilsistein)
- Glutatyon
- Çörek Otu Yağı
- Quersetin
- Çinko
- Magnezyum
- Curcumin-Zerdeçal
- Milk Thistle-Dever Dikeni tohumu
- Yeşil Çay Ekstresi
- Sarı Kantaron
- Omega 3
- Yıldız Anason Çayı
- Rezene Çayı
- Yasemin Çayı
- Yeşil Çay
Spike Protein Detoks Protokolü
D3K2 |
10 damla /gün |
Ascorbic Acid |
3x2000 mg Saşe (6000 mg /gün) |
(Lipozomal C tercih edilirse günde 3000 mg kullanılabilir.) |
|
Yeşil Çay Kompleks |
3x1 |
Milk Theasle Kompleks |
3x1 |
Çörek Otu Yağı |
2x1 |
Quercetin |
1x1 |
Multivitamin |
1x1 |
Magnezyum Kompleks |
3x1 |
Omega 3 |
2x1 |
Zeolit |
2x1 |
N-Asetil Sistein |
1200 mg/gün |
Zeytin yaprağı, etkileri sarımsak ve soğana da benzeyen doğal bir antibiyotik ve antioksidandır.
Tarih: 16 Haziran 2022
ZEYTİN YAPRAĞI ÇAYI
Zeytin yaprağı, doğal bitkisel antibiyotik ve antioksidan olması nedeniyle hastalıklardan
korunma ve hastalıkların tedavisinde etkin rol oynayabilir. Zeytin yaprağında bulunan
"oleuropein" ve "eleonik" asit aktif bileşiklerinin antimikrobiyal ajan olarak görev yaptığı bilimsel araştırmalarca kaydedilmiştir. Bu maddelere bağlı olarak zeytin yaprağı çayı, ile vücuda giren mikropları, vücudun doğal bağışıklık sistemi tepki gösterinceye dek yavaşlatır
Zeytin yaprağı, etkileri sarımsak ve soğana da benzeyen doğal bir antibiyotik ve antioksidandır.
Düzenli olarak hastalıklardan korunma amaçlı tüketilebileceğ i gibi doğrudan hastalıkların tedavisinde de kullanılabilir.
Zeytin ağacının tamamında bulunan ve acı-buruk bir tadı olan oleuropein, zeytinin işlenmesi sırasında uzaklaştırılır. Oysa ki zeytin ağacının hastalık ve zararlılara karşı direncini sağlayan en önemli savaşçının oleuropein olduğu düşünülmektedir. Oleuropein' in içeriğinde bulu-nan "elenolik asit" ve oleuropein türevi olan "kalsiyum elenolat" çok çeşitli mikroorganizma gruplarını uzak tutma özelliğine sahiptir.
Bugün çok az insan, zeytin yaprağının çok faydalı kullanımı kolay tıbbi bir bitki olduğunu bilir. Zeytin yaprağı kullanımı daha çok Akdeniz ülkeleri insanları tarafından kullanılmakla beraber son yıllarda birçok ülke tarafından da bitkisel ilaç olarak kullanılması bu konudaki araştırmalara hız vermiştir.
ZEYTİN YAPRAĞI ÇAYININ YARARLI ETKİLERİ
ANTİMİKROBİYAL ETKİ
Zeytin yaprağı çay olarak tüketildiğinde vücuda alınan oleuropein iki enzim tarafından elenolik aside dönüştürülür. Elenolik asit daha öncede belirttiğimiz gibi yüksek antimikrobiyal etkiye sahiptir. Bakterilerin hücre duvarını etkiler ve böylece doğal yolla bağı-şıklık sistemi güçlenmiş olur. Böylece birçok antibiyotiğe direnç kazanan mikro organizma ve dolayısıyla bunların neden olduğu birçok hastalık doğal yollarla ortadan kaldırılmış olmaktadır.
ANTİOKSİDAN ETKİ
Soluduğumuz havadaki oksijen, vücut içinde serbest radikaller adı verilen ve toksik (zehirli) etki gösteren bazı maddelerin oluşmasına neden olur. Demirin paslanması ve balığın sudan çıktıktan sonra ölmesi, oksijenin zararlı etkilerine örnektir. Antioksidanlar, vücudumuzda kimyasal reaksiyonlar sonucu oluşan veya dışardan sigara, alkol, kirli hava v.s. ile alınan zararlı maddelerin (serbest radikallerin) nötralize edilmesini sağlar.
Antioksidanları n yardımı ile hastalıkların oluşumu önlenebilir, hormonal denge korunabilir, yaşlanma süreci geciktirilebilir. Zeytin yaprağı ekstraktı yüksek antioksidan aktiviteye sahiptir. Bu etki oleuropein bileşiğiyle beraber tabloda verilen diğer fenolik bileşiklerin sinerjik etkileri sonucu meydana gelir. Vitamin C ve E nin gösterdiği antioksidan aktivitenin yaklaşık 2,5 katı kadar daha yüksek bir antioksidant aktiviteye sahiptir.
KORONER DAMARLAR ÜZERİNE ETKİSİ
İn-vivo şartlarda yapılan birçok çalışma oleuropein' in vasodilator (damar genişletici) etki yaptığını, tansiyonu düşürdüğünü ve anti-aritmik özellik gösterdiğini ortaya koymuştur. Aynı zamanda LDL kolesterol seviyesinde düşmeye neden olduğu sonucuna varılmıştır. Kalp rahatsızlıkları nda zeytin yaprağı çayı ile iyi sonuçlar elde edilmektedir. Laboratuar ve klinik çalışmaların sonucu olarak, zeytin yaprağı çayı kalp yetmezlikleri, damar tıkanıklıkları üzerinde de etkili bulunmuştur.
HYPOGLİSEMİK ETKİSİ
( KAN ŞEKERİ SEVİYESİNİ DÜZENLEME )
Yine yapılan in-vivo (canlı vücudunda) çalışmalarda, zeytin yaprağının etken maddesi oleuropein, hipoglisemik etki göstermiş ve yüksek kan şekeri seviyesinde düşme gözlenmiştir.
ZEYTİN YAPRAĞI
Zeytin ağacı (Olea europaea) Oleaceae familyasına ait herdem yeşil bir bitkidir. Zeytin yaprakları binlerce yıl önce insanlar tarafından hastalıkların tedavisinde çare olarak kullanılmıştır. Son yıllarda dünyada, doğal organik bitkiler üzerindeki araştırmalar gittikçe önem kazanmaktadır. Özellikle Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsü zeytin yaprağının 21. yüzyılın en önemli doğala antimikrobiyal, antiviral bir etkiye sahip çok önemli bir bitki olduğunu belirtmiştir. Bu konuda 69 kitap, 1800 den fazla makale, dergi ve çeşitli yayınlar yapılmıştır.
Zeytin ağaçları dünyadaki en dayanıklı ağaçlardandır. Uzun süreli yaşamlarını büyük ölçüde kendilerine hastalık ve zararlı-lara karşı direnç kazandıran "oleuropein" adlı bir madde üretmelerine borçludurlar.
40 yılı aşkın bir süredir kullandığımız antibiyotiklere karşı artık çoğu mikroorganizma direnç kazanmıştır. Geçmiş zamanlarda antibiyotiklerle tedavi edilebilen bir çok hastalık, artık tedavi edilemez hale gelmiştir. Bakterilerin ve virüslerin bu ilaçlara daha dirençli hala gelmeleri antibiyotiklerin aşırı doz alımı ya da yanlış kullanılmasının bir sonucudur. İşte zeytin yapraklarında bulunan "oleuropein" maddesi ve hidrolizleri, antibiyotiklere direnç kazanmış mikroorganizmalar üzerinde etkili ve çok değerli bir bileşendir.
Bugüne kadar zeytin yaprağında 100'e yakın madde elde edilmiştir.(Bkz Tablo 1) Yaprakta bulunan bu maddeler zeytin çeşidini uygulanan kültürel tedbirlere, yetiştiği bölgeye ve hasat zamanına göre farklılıklar gösterir.Yaprakta bulunan fenolik ve flavonait
bileşikler vücudun bağışıklık sistemini güçlendirip hastalıklara karşı dirençli olmasını sağlar.Yaprakta 60-90mg/gr oranında oleuropein bileşiği bulunmaktadır.
ZEYTİN YAPRAĞININ ETKİLİ OLDUĞU DİĞER RAHATSIZLIKLAR VE MİKROORGANİZMALAR
Kan Şekeri Seviyesini Düzenleme
LDL Kollestrol Seviyesini Düzenleme
Antioksidan Etki
Bronşit
Soğuk Algınlığı
Kulak Enfeksiyonları
Fibromalarya
Fungal (Mantar) Enfeksiyonları
Herpes Virüsü
Salmonella sp.
Kandidiyasis
Dizanteri
Streptococcus sp.
Dizanteri
Streptococcus sp.
Hepatit A,B,C
Zatürre
Cilt Rahatsızlıkları
Zona
Romatizmal Hastalıklar
ZEYTİN YAPRAĞI ÇAYI KULLANIM ÖNERİSİ
Bir çay kaşığı kuru yaprak, bir bardak sıcak suya konur ve 2-3 dakika demlenmeye bırakılır.Süzülür ve böylece zeytin yaprağı çayı hazırlanmış olur. Günde 2-3 bardak önerilen dozdur.
Yaban mersini;
Gözlere olan mikro sirkülasyonu korumaya yardımcı antosiyanidler içerir.
Tarih: 12 Mayıs 2022
Yaban mersini; Vaccinium myrtillus
Yabanmersini , gözlere olan mikrosirkülasyonu korumaya yardımcı antosiyanidler içerir.Antosiyanidler, gözün ışığı alışmasına yardım eden retinal pigmenti yeniden canlandırmaya yardım edebilir.
Yabanmersini suyu, ağrılı idrar, idrarda kan ya da iltihap, ateş, bel ağrısı veya kramplarla karakterize edilen idrar yolu enfeksiyonlarını olmadan önlemeye yardım eder. Genelde bu enfeksiyonlara escherichia coli bakterisi sebep olur ve idrar yolu cidarlarına yapışır. İşte Yabanmersini suyu onun endotel hücrelere yapışmasını engelleyerek idrarla akıp gitmesini sağlayarak tedaviye yardımcı olur. Yabanmersini , kuvvetli bir anti-oksidandır. Görüşü korumaya yardım edebilen az sayıdaki bitkiden biridir. Yaş ilerledikçe göze perde inmesi(katarakt)-görüş alanında bulanıklık ya da kör nokta(göz bebeğinin dejenerasyonu)-TV ve bilgisayarlardan dolayı göz yorgunluğu hep olabilecek hasarlardır.Gece görüşünü arttırır, bunun için gerekli olan optik mor(retinol moru) üretimini arttırır, parlak ışıktan karanlığa geçişteki adaptasyonu çabuklaştırır, kılcal damarları güçlendirerek kırılganlıklarını engeller. Diyabetlilerde sirkülasyon problemlerine sebep olan damar hastalıklarını önleyebilir.
Yapraklar mikrop öldürücü, büzücü, idrar söktürücü ve dezenfektan olup mesane için faydalıdır. Ayrıca bakteri oluşumunu engelleyebilir ve anti-iltihapsal özelliğinin yanında anti-kanserojen etkilere de sahiptir.
Yan Etkileri:
Bilinen her hangi bir yan etkisi yoktur. Taze meyva bazı hassas kimselerde mide mukozasını hafifce etkileyebilir. Kaynatıldığında bu etkisi de gider.
Tibbi Bakış Tarzı:
Anti-toksikliği:Yabanmersini collagenase enzimini engeller.
Yabanmersini elastase enziminin toksik etkisine karşı koyar. Anthocyanoside'ler elastine yapışarak onun elastase enzimi tarafından bozulmasını engellerler.
Yabanmersini polifenoller içermesinden ötürü lipoxygenase enzimini engeller.
Yabanmersini bazı kanser formlarının gelişmesine yardım eden ornithine decarboxylase enzimi engeller.
Yabanmersini kalp için toksik olan Xanthine Oxidase enzimini engeller.
Deri:Yabanmersini oral olarak alındığında veya ekstraktı cilde sürüldüğünde yaraların iyileşmesini hızlandırır. Yabanmersini ayrıca bursitlerin iyileşmesini de hızlandırır.
Gözler-görüş:Yabanmersini göz çevresindeki kapiler damarları sağlamlaştırarak ve göze kan akımını geliştirerek birçok göz rahatsızlığının azaltılmasında yardımcı olur.
Yabanmersini içeriğindeki anthocyanoside ler dolayısıyla günlük 240-480 mg alındığında yaşlanma ile ilgili macular dejenerasyonu önlemeye yardımcı olur.
Yabanmersini kataraktın ilerlemesini geciktirir.
Yabanmersini okuma, araba sürme, bilgisayar kullanımı gibi şeylerden kaynaklanan göz yorgunluğu dahil her çeşit göz yorulmalarını azaltır.
Yabanmersini göz iltihaplanmalarına sebep olabilen kapiler sızıntılarını azaltarak ve kapilerleristabilize ederek göz iltihaplanmalarını azaltır.
Yabanmersini parlak ışıklara karşı olan hassasiyeti iyileştirir.
Yabanmersini gündüz körlüğünü azaltır.
Yabanmersini glaucoma nın ilerlemesini önler ve muhtemelen de iyileştirir.
Yabanmersini night blindness (gece körlüğü) den etkilenmiş insanlarda gece görüşünü arttırır.
Yabanmersini retinitis pigmentosayı azaltır.
Yabanmersini görme aralığını genişletir ve retinopati hastalarında karanlığa adaptasyonu güçlendirir.
Yabanmersini rodopsin pigmentinin yenilenmesini hızlandırır.
Yabanmersini miyopu azaltır.
Yabanmersini karanlığa uyumu çabuklaştırır, görme keskinliğini ve loş ışıklarda görüşü geliştirir. Bu anlatılanlar sağlam gözler için de geçerlidir.
% 25 anthocyanoside içeren standartize Yabanmersini ekstraktından günlük 344 mg alındığında göz bebeğinin fotomotor etkinliğini arttırır.
Yabanmersini gece görüşünü geliştirir.
Yabanmersini parıldamaya karşı adaptasyonu geliştirir.
Yabanmersini retinaya olan kan dolaşımını geliştirir.
İmmün sistem: Yabanmersini kansere neden olan kimyasalları önlemeye yardım eder. Bunu vücudun ürettiği bir kanser önleyici enzim olan Quinone Reductase ın aktivitesini uyararak ve bir ön-kanserojen olanOrnithine Decarboxylase enzimini engelleyerek gerçekleştirir.
Yabanmersini polifenoller içermesi nedeniyle çeşitli ön-iltihapsal enzimleri engelleyerek
iltihaplanmaları azaltır.
Yabanmersini fagosit leri uyarır.
Yabanmersini Tick-Borne Encephalitis e sebep olan virüslere karşı vücuda direnç sağlar.
İskelet-kas sistemi:Yabanmersini smooth muscle hücrelerinin büyümelerini uyarır.
Kalp-damar sistemi:Yabanmersini kan damarlarını kuvvetlendirerek ve kan dolaşımını geliştirerek atherosclerosis i
önlemeye yardım eder.
Yabanmersini özellikle el, ayak, göz, beyin ve kalpde kan dolaşımını geliştirir. Yabanmersinindeki anthocyanoside ler ve proanthocyanidin ler anormal platelet yığılmalarını azaltırlar. Dolayısıyla % 25 anthocyanoside içeren standartize Yabanmersini ekstraktından günlük 700 mg almak anormal kan pıhtılaşmalarını engeller. Yine platelet yok etme aktivitesi nedeniyle 30 ila 60 gün günde 480 mg ekstrakt kullanmak faydalıdır.
Yabanmersini anthocyanoside içeriğinden dolayı kapilerleri stabilize eder ve geçirgenliklerini azaltır. Yabanmersini anthocyanoside içeriğinden dolayı kapilerleri sağlamlaştırarak hemoroidleri azaltır.
Yabanmersini anthocyanoside içeriğinden dolayı microangiopermeability yi engelleyerek böbreklerleilgili yüksek tansiyonu önlemeye yardımcı olur.
Yabanmersini anthocyanoside içeriğinden dolayı microangiopermeability yi azaltır ve önler. Yabanmersini % 25 anthocyanoside içeren standartize Yabanmersini ekstraktından günlük 460 mg olarak 180 gün kullanıldığında microangiopermeability yüzünden tekrarlayan burun kanamalarını azaltır.
Yabanmersini raynaud’s disease hastalarında parmak eklemlerindeki hareketliliği geliştirir. Yabanmersini beyin kanaması riskini arttırmaksızın beyinde olabilecek kan dolaşım kesilmesini önlemeye yardım eder.
Yabanmersini varis damarlarını azaltır.
Yabanmersini damar kifayetsizliğinde oluşabilen ödem, ağrı, kramplar ve ürperme-hissizliği gibi semptomları azaltır.
Metabolizma: Yabanmersini anthocyanosideiçeriğinden dolayı antioksidan özelliklere sahiptir.
Yabanmersini süperoksit serbest radikalleri önemli ölçüde engeller.
Yabanmersini Diabetes Mellitus hastalarında retinopati başlangıcını engeller.
Yabanmersini kan şekeri düşüklüğünü düzeltir.
Yabanmersini LDL kolestrolün oksidasyonunu engeller.
Yabanmersini ekstraktından (% 25 anthocyanoside içeren standartize)günde 288-576 mg alındığında ödemi önler ve iyileştirir.
Seksüel sistem:Yabanmersini ekstraktı(115 mg anthocyanoside li) menstruation dan üç gün önce oral olarak alındığında leğen kemiği, kuyruk sokumu ve bel arası ağrıları, göğüs tansiyonu, baş ağrısı ve mide bulantısı gibi dismenore semptomlarını azaltır.
Sindirim sistemi: Yabanmersini ishali ve dizanteriyi azaltır.Yabanmersini anthocyanosideiçeriğinden dolayı kan damarlarını sağlamlaştırarak sindirim kanalının daha iyi beslenmesini ve muhtemelen gastrik mukozanın savunma mekanizmasını iyileştirerek peptikve gastrik ülserleri önlemeye ve daha çabuk iyileşmelerini sağlamaya yardımcı olur.
Sinir sistemi: Yabanmersini blood-brain barrier zarının geçirgenliğini arttıran collagenase enzimini engelleyerekblood-brain barrierzarının geçirgenliğini azaltır.
Uzun ömür-yaşlanma: Yüksek miktarda polifenol ihtiva etmesi nedeniyle kuvvetli bir antioksidan olup yaşlanma prosesinin ilerlemesini geciktirebilir. Bu yüzden Yabanmersini ni ömür uzatıcı bitkiler arasında sayılmaktadır.
Etkileşimleri:
Destekledikleri:Yabanmersini içeriğindeki anthocyanoside ler dolayısıyla göz hücreleri metabolizmasında çeşitli önemli enzimlerin fonksiyonlarını geliştirir. Glucose-6-Phosphatase ve Phosphoglucomutase gibi. Yabanmersini Quinone Reductaseenziminin aktivitesini arttırır. Anti-kanser aktivitesinin de buradankaynaklandığı düşünülmektedir.
Yabanmersini içeriğindeki anthocyanoside ler dolayısıyla collagenase enziminin bozunmasındancollageni korur.
Yabanmersini içeriğindeki anthocyanoside ler dolayısıyla elastase enziminin bozunmasındanelastini korur.
Yabanmersini rodopsin pigmentinin yenilenmesini ve üretimini hızlandırır.
İçeriği:
Vitaminler: C vitamini
Mineraller: Bakır - Demir - Çinko - Fosfor - Mağnezyum - Mangan - Potasyum - Selenyum
Kimyasallar: Polifenoller(12000): Anthocyanoside'ler(1500) -
Anthocyanidin'ler(246): Cyanidin - Delphinidin - Malvidin - Peonidin - Petunidin
Oligomeric Proanthocyanoside'ler: Catechin - Epicatechin - Tannin'ler(7500) - Quercetin(1000 Quercitrin - Astragalin - Myricetin
Organik asitler: Sitrik asit - Malik asit
Fenolik asitler: Caffeic Acid - Chlorogenic Acid(2500) - Coumaric Acid - Ferulic Acid - Gallic Acid Protocatechuic Acid - Syringic Acid
Karbonhidratlar: Pektinler
Kullanımı:
Toplanması:Yapraklar taze iken toplanır ve ince bir şekilde serilerek kurutulur. Tam olarak olgunlaşmış meyveler 40-50 derecelerde suni olarak kurutulur.
Yararlanılan Kısımları:Taze veya kuru şekilde yaprak ve meyvaları
Kullanma Şekli:İçten ve dıştan
Hazırlanma Biçimi:Çay: 1 çay kaşığı kıyılmış yaprak 1 bardak kaynar suda 10 dakika haşlanarak demlenip süzülür.
Çay: 1 yemek kaşığı kuru meyva 1,5 bardak kaynar suda 10 dakika haşlanarak demlenip süzülür.
Meyva suyu: Taze meyva preslenerek sıkılır. Şeker veya sütle karıştırılarak içilir. Sterilize edilerek ağzı sıkıca kapalı kaplarda uzun süre saklanabilir.
Tavsiye edilen dozajlar:Yabanmersini içeriğindeki aktif komponent cinsinden Anthocyanidin olarak günlük olarak 30-150 mgolarak alınmalıdır. Bu da 25% Anthocyanidin içerikli olarak ekstraktan 120-600 mg almaya eşdeğerdir.Sıvı tentürden günlük olarak 2-4 ml alınır. Taze meyvalarından 20-60 gr/gün alınır.
HEMOROİDİN YAŞAM KALİTENİZİ BOZMASINA İZİN VERMEYİN !
Tarih: 05 Mayıs 2022
HEMOROİDİN YAŞAM KALİTENİZİ BOZMASINA İZİN VERMEYİN !
Hemoroid Nedir?
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sıkça görülen hemoroid, ağrı ve rektal kanamaya yol açarak yaşam kalitesini bozabilir. Makat bölgesinde ortaya çıkması nedeni ile genellikle hastalar tarafından gizlenen bir sağlık problemidir. Erken evrede fark edilirse ilaç tedavisi veya endoskopik müdaheleler ile tedavi edilebilen bu hastalık, genellikle hastalar tarafından gizlendiğinden cerrahi müdahele gerektirecek evrelerde ancak doktor başvurusu olabilmektedir.
Hemoroidler, rektum (kalın bağırsağın anüse yakın son kısmı) veya anal kanaldaki toplar damarlardır. Bu damarlarda şişme-genişleme olduğu zaman şikayetlere neden olabilir. Bu damarlardaki genişlemeye bağlı olarak damar duvarları incelmekte ve buna bağlı olarak kanama gözlenmektedir.
Çoğu insanın hemoroidi vardır fakat herkeste şikayete neden olmaz. Elli yaş üzeri insanların yaklaşık yarısında hemoroid olsa da, yukarıda bahsettiğimiz gibi bu insanların az bir kısmı şikayetleri nedeni ile doktora başvurmaktadır.
Hemoroid Tipleri Nelerdir?
Yerleşimlerine göre iki tip hemoroid bulunmaktadır. Dış hemoroidler hassas ciltle kaplıdırlar ve anüse yakın yerleşim gösterirler. Dış hemoroidler genellikle tromboze (pıhtı formu) olmadıkça ağrı yapmazlar. İç hemoroidler ise anal açıklığın hemen üzerinde, rektumda yerleşim gösteren genişlemiş toplar damarlardır. Genişleyerek, anüsten dışarı da sarkabilirler.
İç Hemoroidiniz Olduğunu Nasıl Anlarsınız?
İç hemoroidleriniz olsa da hiç bir şikayete neden olmayabilir. Belirti verirse, en sık ağrısız rektal kanama şeklinde kendini gösterir. Bunun dışında kaşıntı, ağrı-makatta dolgunluk hissi veya gayta yapma esnasında dışarı doku sarkması şeklinde hissedilebilir.
İç Hemoroid Evreleri Nelerdir?
Evre I: Genellikle kanar ama anal kanaldan dışarı sarkmaz.
Evre II: Ikınma veya gayta yapma esnasında anal kanaldan sarksa da kendiliğinden eski pozisyonuna çıkar.
Evre III: Kendiliğinden veya ıkınma ile anal kanaldan dışarı sarkar ve eski pozisyonuna ancak parmak yardımı gerektirir.
Evre IV: Kronik olarak sarkmış ve eski pozisyonuna redükte edilemeyen hemoroidlerdir.
Hemoroide Neler Sebep Olur?
İleri yaş
Kronik kabızlık veya ishal
Gebelik
Obezite
Kalıtsal
Bağırsak hareketleri esnasında fazla ıkınma
Tuvalette uzun zaman geçirme
Hemoroid Gelişimi Nasıl Önlenebilir?
Belki de hemoroidlerin en önemli tedavisi gelişmesinin önlenmesidir. Bunun için de;
Bol lifli diyet ve yeterli su içilmesi; düzenli bağırsak hareketleri için gereklidir.
Kabızlığı olanlarda gayta yumuşatıcı ilaçlar gerekebilir.
Sık bağırsak hareketi olanlarda ishal önleyici tedaviler faydalı olabilir.
İdrar Yolu Sistemine veBöbrek Taşı Oluşumuna Genel Bakış;
Tarih: 03 Mayıs 2022
İdrar yolu sistemi
Böbrek taşları (böbrek taşı, nefrolitiyazis veya ürolitiyazis olarak da adlandırılır), böbreklerinizin içinde oluşan minerallerden ve tuzlardan oluşan sert birikintilerdir.
Diyet, fazla vücut ağırlığı, bazı tıbbi durumlar ve bazı takviyeler ve ilaçlar böbrek taşlarının birçok nedeni arasındadır. Böbrek taşları, böbreklerinizden mesanenize kadar idrar yolunuzun herhangi bir bölümünü etkileyebilir. Genellikle, idrar konsantre hale geldiğinde taşlar oluşur ve minerallerin kristalleşmesine ve birbirine yapışmasına izin verir.
Böbrek taşlarının düşmesi oldukça acı verici olabilir, ancak taşlar zamanında fark edilirse genellikle kalıcı bir hasara neden olmazlar. Durumunuza bağlı olarak, böbrek taşını düşürmek için ağrı kesici almaktan ve bol su içmekten başka bir şeye ihtiyacınız olmayabilir. Diğer durumlarda - örneğin, taşlar idrar yolunda takılırsa, idrar enfeksiyonu ile ilişkilendirilirse veya komplikasyonlara neden olursa – ameliyat veya alternatif tedavi yöntemlerine başvurmanız gerekebilir.
Tekrar gelişme riskiniz yüksekse, doktorunuz tekrarlayan böbrek taşı riskinizi azaltmak için önleyici tedavi önerebilir.
Semptomlar/Belirtiler;
Böbrek taşı genellikle böbreğinizde dolaşana kadar veya üreterlerinize - böbrekleri ve mesaneyi birbirine bağlayan tüplere geçene kadar semptomlara neden olmaz. Üreterlere takılırsa, idrar akışını engelleyebilir ve böbreğin şişmesine ve üreterin kasılmasına neden olarak çok ağrı yapabilir.
Bu noktada, şu belirti ve semptomları yaşayabilirsiniz:
- Kaburgaların altında yan ve sırtta şiddetli, keskin ağrı
- Karın alt bölgesine ve kasıklara yayılan ağrı
- Dalgalar halinde gelen ve yoğunluğu dalgalanan ağrı
- İdrar yaparken ağrı veya yanma hissi
Diğer belirti ve semptomlarda şunlar olabilir;
- Bulanık veya kötü kokulu idrar
- Pembe, kırmızı veya kahverengi idrar
- Sürekli idrara çıkma, normalden daha sık idrara çıkma veya az miktarda idrara çıkma ihtiyacı
- Mide bulantısı ve kusma
- Enfeksiyon varsa ateş ve titreme
Böbrek taşının neden olduğu ağrı, taş idrar yolunuzdan geçerken değişebilir - örneğin farklı bir yere kayma veya yoğunluğun artması.
Ne zaman bir doktora görünmelisiniz;
Sizi endişelendiren herhangi bir belirti ve semptomunuz varsa doktorunuzdan randevu alın.
Aşağıdakilerle karşılaşırsanız derhal tıbbi yardım alın:
- Hareketsiz oturamayacak veya rahat bir pozisyon bulamayacak kadar şiddetli ağrı
- Bulantı ve kusmanın eşlik ettiği ağrı
- Ateş ve titreme eşliğinde ağrı
- İdrarında kan
- İdrar yapma zorluğu
Taş oluşum nedenleri;
Böbrek taşlarının genellikle kesin ve tek bir nedeni yoktur, ancak birkaç faktör riskinizi artırabilir.
Böbrek taşları, idrarınızda kalsiyum, oksalat ve ürik asit gibi kristal oluşturan maddeler, idrarınızdaki sıvının seyreltebileceğinden daha fazla içerdiğinde oluşur. Aynı zamanda idrarınızda kristallerin birbirine yapışmasını engelleyen maddeler eksik olabilir ve böbrek taşlarının oluşması için ideal bir ortam yaratır.
Böbrek taşı türleri;
Sahip olduğunuz böbrek taşının türünü bilmek, nedenini belirlemenize yardımcı olur ve daha fazla böbrek taşı alma riskinizi nasıl azaltabileceğiniz konusunda ipuçları verebilir. Mümkünse, böbrek taşınızı geçerseniz, analiz için doktorunuza götürebilmeniz için kurtarmaya çalışın.
Böbrek taşı türleri şunları içerir:
- Kalsiyum taşları. Çoğu böbrek taşı, genellikle kalsiyum oksalat formundaki kalsiyum taşlarıdır. Oksalat, karaciğeriniz tarafından günlük olarak yapılan veya diyetinizden emilen bir maddedir. Bazı meyve ve sebzelerin yanı sıra fındık ve çikolata da yüksek oksalat içeriğine sahiptir.
Diyet faktörleri, yüksek doz D vitamini, bağırsak baypas ameliyatı ve çeşitli metabolik bozukluklar idrardaki kalsiyum veya oksalat konsantrasyonunu artırabilir.
Kalsiyum taşları ayrıca kalsiyum fosfat şeklinde de oluşabilir. Bu tip taş, renal tübüler asidoz gibi metabolik durumlarda daha yaygındır. Topiramat (Topamax, Trokendi XR, Qudexy XR) gibi migren veya nöbetleri tedavi etmek için kullanılan bazı ilaçlarla da ilişkili olabilir.
- Strüvit taşları. Struvit taşları, idrar yolu enfeksiyonuna yanıt olarak oluşur. Bu taşlar hızlı bir şekilde büyüyebilir ve oldukça büyük hale gelebilir, bazen çok az semptom veya çok az uyarı ile.
- Ürik asit taşları. Ürik asit taşları, kronik ishal veya emilim bozukluğu nedeniyle çok fazla sıvı kaybeden kişilerde, yüksek proteinli diyet yiyenlerde ve diyabet veya metabolik sendromu olanlarda oluşabilir. Bazı genetik faktörler de ürik asit taşı riskinizi artırabilir.
- Sistin taşları. Bu taşlar, böbreklerin belirli bir amino asidi çok fazla salgılamasına neden olan sistinüri adı verilen kalıtsal bir bozukluğu olan kişilerde oluşur.
Risk faktörleri;
Böbrek taşı geliştirme riskinizi artıran faktörler şunlar olabilir:
- Aile veya kişisel geçmiş. Ailenizden birinde böbrek taşı varsa, siz de taş geliştirme olasılığınız daha yüksektir. Zaten bir veya daha fazla böbrek taşınız varsa, başka bir tane geliştirme riskiniz yüksektir.
- Dehidrasyon. Her gün yeterince su içmemek böbrek taşı riskinizi artırabilir. Sıcak, kuru iklimlerde yaşayanlar ve çok terleyenler diğerlerinden daha yüksek risk altında olabilir.
- Belirli diyetler. Protein, sodyum (tuz) ve şeker açısından zengin bir diyet yemek, bazı böbrek taşı türlerine yakalanma riskinizi artırabilir. Bu özellikle yüksek sodyumlu diyet için geçerlidir. Diyetinizdeki çok fazla tuz, böbreklerinizin filtrelemesi gereken kalsiyum miktarını artırır ve böbrek taşı riskinizi önemli ölçüde artırır.
- Obezite. Yüksek vücut kitle indeksi (BMI), büyük bel ölçüsü ve kilo alımı, böbrek taşı riskinin artmasıyla ilişkilendirilmiştir.
- Sindirim hastalıkları ve cerrahi. Mide baypas ameliyatı, iltihaplı bağırsak hastalığı veya kronik ishal, idrarınızda taş oluşturan maddelerin miktarını artırarak, kalsiyum ve su emiliminizi etkileyen sindirim sürecinde değişikliklere neden olabilir.
- Renal tübüler asidoz, sistinüri, hiperparatiroidizm ve tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları gibi diğer tıbbi durumlar da böbrek taşı riskinizi artırabilir.
- C vitamini, diyet takviyeleri, müshiller (aşırı kullanıldığında), kalsiyum bazlı antiasitler ve migren veya depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar gibi bazı takviyeler ve ilaçlar böbrek taşı riskinizi artırabilir.
Vücudun su istemesinin 46 nedeni
Tarih: 11 Nisan 2022
Vücudun su istemesinin 46 nedeni ;
Suyun her zaman yararlı olduğunu biliyorduk da, şimdi onun, niçin doğanın en basit, en etkili, en güvenli ve en "yan etkisiz" mucizevi ilacı olduğunu öğrenmek zamanı… Yeni ve sağlıklı bir yaşama başlamak, şu an ellerinizin arasında tutacağınız bir bardak suda…
Çünkü hayatımızın en vazgeçilmez ama bilinçli olarak, öneminin asla farkına varamadığımız birincil ögesi: Su!..Su / Hasta Değil Susuzsunuz
adlı kitapta konuyla ilgili oldukça orijinal ve dikkate alınması gereken tespitler var...
Yalnızca canımız istediği zaman su içeriz. Öte yandan, Ay'ın milimetrik birtakım hareketlerinin dünyamızdaki suyu etkilediğini, böylelikle denizlerin
yükseldiğini ve alçaldığını coğrafya kitaplarından da biliriz. Durum böyleyken, yani insan evladı da bu dünyanın malzemesinden oluştuğuna göre, vücudumuzdaki su seviyelerinin ne âlemde olduğunu aklımıza bile getirmeyiz. İçinde bulunduğumuz toplumun yeme içme alışkanlıklarının bir eseri olarak, edindiğimiz su içme alışkanlığı bütün hayatımıza egemen olur, örneğin acılı bir yemeğin üzerine iki bardak su içmek rahatlatır, yazın sıcaklarda canımız hep su ister, vesaire…
İranlı hekim Batmanghelidj,Su / Hasta Değil Susuzsunuz adlı kitabında hiç de böyle düşünmüyor. Tüm hastalıkların biricik nedeninin, vücudun susuz kalması olgusuna dayandığını öne sürüyor. Bu öne sürüşünü "binlerce su deneyimi" ile de açıkça ortaya koyuyor.
Dr. Batmanghelidj, suyun bilumum hastalıklara iyi geldiğini, insanı iyileştirdiğini "tesadüfen" hapishanede öğrenmiş. Peki, bir hekimin, eğer cezaevi doktoru değilse orada işi nedir? Doktorumuz bir suçlu! Suçu, Şah döneminde rejim karşıtı devrimci örgüt Halkın Mücahitleri'ne yardım ve yataklık yapmak. Mollalar iktidara geldikten sonra da doğal olarak tutuklanıyor ve İran'ın en ünlü işkencehanesi Evin Hapishanesi'ne atılıyor. Malum, bilenler biler (!) hapishaneler yeme-içme, sindirim-boşaltım koşulları açısından bir insanın, özgürlüğüne kavuştuktan sonra bile hayatının sonuna kadar kendini toparlayamayacağı, cezalandırma mekânlarıdır. Hal böyle olunca, alabildiğine maddi ve manevi işkence gören ve doğru dürüst beslenemeyen insanların ilk başına gelen midelerinin iflas etmesidir.
Bir gün koğuşta, hapisliklerden birisi inanılmaz mide sancılarıyla kıvranmaya başlayınca, doktorumuz gayri ihtiyarı olaya müdahale ediyor ve adamcağıza iki bardak su içiriveriyor. Çok geçmeden sancıların dindiğini gözlemliyor. Bu olay, Dr. Batmanghelidj'in, suyun hastalıkların tedavisinde ne denli bir etkisi olduğunu ilk keşfettiği an oluyor. Bundan sonra su çalışmalarını yoğunlaştıran yazarımız, 2,5 yıl içerisinde Evin'in tezgahından geçen yaklaşık 2 bin tutuklu ve hükümlüyü birer iyileştiriyor, yalnızca suyla…
Derken, 2,5 yıl kadar sonra tahliye zamanı geldiğinde, hapishane müdürüne ricada bulunuyor, "lütfen beni 1 yıl daha burada tutun, zira araştırmalarımın en önemli evresine girmiş bulunmaktayım ve bu kadar çok hastayı dünyanın hiçbir yerinde, bu koşullarda bulamam…"
Böylece, yazarımız 1 yıl daha "gönüllü hapislik" hayatını sürdürüyor, sonra da doğru Amerika'ya… Araştırma ve çalışmaları yıllarca sürüyor ve nihayet bu kitap ortaya çıkıyor.
Yazarımız, önsözünde şu anlamlı cümleleri kullanıyor: "Bu kitapta okuyacaklarınız yeni bilgilerdir ve bunlar fizyoloji bilimine yeni açıklamalar getirmektedir. Burada sözü edilen fizyoloji, ilaç üreticilerinin kullandıkları bilim değil, vücuttaki canlı dokularla organların doğal çalışmalarını tanımlayan bilim dalıdır. Bu kitap, bazı önemli sağlık sorunlarıyla bu sorunlarının nedenlerinden ve doğal yöntemlerle teda vilerinden söz etmektedir. Bir sağlık sorununun nedeni ve tedavisi açığa çıktığında, hiç kimsenin anlayamadığı tıbbi terimlere gerek kalmaz. Burada okuyacaklarınız kapsamlı bir klinik ve bilimsel araştırmaya dayanmaktadır. Bu kitaptaki bilgilerini derleyebilmek için, 1950'de Londra'daki St. Mary Üniversite Hastanesi Tıp Fakültesi'nde başlayan tıp eğitimimden sonra 22 yıldan fazla araştırma yaptım, çalıştım ve yazdım.
"Bu kitapta, birçok ciddi hastalığın tedavi nedeni olan kronik gizli dehidrasyonun (susuzluğun) fizyolojik etkisi ve metabolik komplikasyonlarından söz edeceğim. Bugün, bunun çağdaş tıbbın en büyük gel işmesi olduğunu inananlar var."
Çağımızın bazı sağlık sorunlarından söz eden bu basit sunum, bütün dünyada bilim ve mantığa dayalı tıbba geçiş için bir rehber olacaktır. Elinizdeki kitap, toplumun ivedi çözüm isteyen sorunları için yazılmıştır. Özellikle 15 milyon astımlı çocuğun ailesinin bu hastalığın nedenini ve çocukların yaşamlarını kurtarabilecek basit ve ucuz tedavi yöntemini öğrenmesi çok önemlidir."
Yazara göre vücudumuz tam 46 nedenle suya ihtiyaç duyuyor.
1- Hiçbir şey susuz yaşayamaz.
2- Göreceli su yetersizliği vücudun bazı fonksiyonlarını önce bastırır, sonra öldürür.
3- Su temel enerji kaynağıdır, vücudun "nakit akımıdır."
4- Su vücudun her hücresinde elektriksel ve manyetik enerji üretir, bize yaşam gücü verir.
5- Hücre yapısındaki maddeleri birbirine bağlayan bir yapıştırıcıdır.
6- DNA hasarını önler ve onarım mekanizmalarının daha iyi çalışmasına yardımcı olur, böylece üretilen anormal DNA sayısı azalır.
7- Bağışıklık sisteminin (bütün mekanizmalarının) merkezi olan kemik iliğinde, bu sistemi kanser de dahil olmak üzere, çeşitli hastalıklara karşı güçlendirir.
8- Bütün besinlerin, vitmin ve minerallerin temel çözücüsüdür. Vücutta besinleri küçük parçalara ayırır, sindirimlerinde ve son metobolik aşamalarında görev yapar.
9- Besinlere enerji verir ve parçalanan besinler sindirim sırasında bu enerjiyi vücuda aktarır. Susuz yenen yemeğin vücut için hiçbir enerji değeri yoktur.
10- Su, besinlerdeki gerekli ögelerin emilimini artırır.
11- Bütün ögelerin vücuda taşınmasına yardımcı olur.
12- Akciğerlerde oksijen toplayan kırmızı kan hücrelerinin çalışma verimini artırır.
13- Hücreye ulaşan su, o hücreye oksijen verir ve atık gazları vücuttan atılmaları için akciğerlere taşır.
14- Vücudun çeşitli bölgelerinden zehirli atıkları toplar ve atılmaları için karaciğer ya da böbreklere taşır.
15- Eklem boşluklarındaki temel yağlayıcı maddedir, artrit ve sırt ağrılarının oluşumunun önlenmesinde yardımcı olur.
16- Omurgadaki diskleri "şok emici su yastıkları" na dönüştürür.
17- Bağırsakları en iyi çalıştıran yağlayıcı maddedir, kabızlığı önler.
18- Kalp krizi ve felce karşı koruyucudur.
19- Kalp ve beyin damarlarında pıhtılaşmayı önler.
20- Vücudun soğutma (terleme) ve ısıtma (elektrik) sistemleri için vazgeçilmezdir.
21- Düşünme başta olmak üzere, bütün beyin fonksiyonları için bize güç ve elektriksel enerji verir.
22- Serotonin ve diğer nörotransmitterlerin (sinir ileticileri) üretimi için vazgeçilmezdir.
23- Melatonin de dahil olmak üzere, beyinde üretilen bütün hormonların yapımı için gereklidir.
24- Çocuklarda ve yetişkinlerde dikkat yetersizliği sorununa çözüm getirir.
25- Çalışma verimini artırır ve dikkat aralığını büyütür.
26- Su dünyadaki diğer bütün içeceklerden daha kolay bulunabilir ve hiçbir yan etkisi yoktur.
27- Stres, gerginlik ve depresyonun hafiflemesine yardımcı olur.
28- Uykuyu düzenler.
29- Yorgunluğun giderilmesine yardımcı olur ve bize gençliğin enerjisini verir.
30- Cildi yumuşatır ve yaşlılık belirtilerinin azalmasına yardımcı olur.
31- Gözlere canlılık ve parlaklık verir.
32- Glokomdan korunmamıza yardım eder.
33- Kemik iliğinde kan üretim sistemlerini düzenler, lösemi ve lenfoma oluşumunun önlenmesine yardımcı olur.
34- Vücutta enfeksiyon ve kanser hücrelerinin geliştiği bölgelerde bağışıklık sistemini güçlendirmek için çok gereklidir.
35- Kanı sulandırır ve dolaşım sırasında pıhtılaşmasını önler.
36- Kadınlarda, adet öncesi ağrıyı ve ateş başmasını hafifletir.
37- Kalp atışıyla birlikte kanı sulandırıp dalgalandırarak dolaşımdaki katı maddelerin dibe çökmesini engeller.
38- İnsan vücudunda dehidrasyon sırasında kullanılabilecek bir su deposu yoktur. Bu nedenle gün boyunca düzenli olarak su içmemiz gerekir.
39- Dehidrasyon cinsellik hormonunun üretimine engel olur, bu iktidarsızlık ve libido kaybının başlıca nedenlerinden biridir.
40- Su içtiğiniz zaman susuzluk ve açlık duygularını ayırt edebilirsiniz.
41- Kilo vermenin en iyi yolu su içmektir. Düzenli aralıklarla su için ve sıkı bir rejim yapmadan zayıflayın. Acıktığınız zaman aşırı yememeli, ama susadığınızda suyunuzu içmelisiniz.
42- Dehidrasyon doku boşlukları, eklemler, böbrekler, karaciğer, beyin ve deride zehirli çökeltilerin birikmesine yol açar. Su bunları temizler.
43- Su, gebelikte sabah bulantılarını azaltır.
44- Zihin ve vücut fonksiyonlarını bütünleştirir. Kara verme ve hedefleri belirleme yeteneğini artırır.
45- Yaşılıkta bellek kaybının önlenmesine yardımcı olur. Alzheimer, multipl skleroz, Parkinson ve Lou Gehring hastalıklarının riskini azaltır.
46- Kafein, alkol ve bazı ilaçlara duyulan bağımlılığın giderilmesine yardımcı olur.
Tansiyonla ''anjiotensin'' hormonu ilişkisi bulundu
Tarih: 07 Nisan 2022
Vücutta yüksek tansiyona neden olan mekanizma İngiliz bilimadamlarınca ortaya çıkarıldı.
Daily Telegraph gazetesinde yer alan habere göre, araştırmacılar ilk kez, vücudun kan basıncını nasıl kontrol altına aldığına ve sürecin bazen nasıl yanlış gittiğine dair anahtar bir unsuru buldular.
Cambridge ve Nottingham üniversiteleri bilimadamları, söz konusu mekanizmayı, kadınlarda gebelikte görülen tansiyonun çok tehlikeli bir biçimi olan ''preeklampsi'' üzerinde çalışırlarken keşfettiler.
Tansiyon, ''anjiotensin'' denilen hormonlar tarafından kontrol ediliyor ve bu hormonun yükselmesi kan basıncını artırıyor.
Bu hormonları araştırmak için 20 yıl harcayan bilimadamları, nihayet bunların gelişimdeki ilk aşamayı keşfettiler. Bilimadamları artık bu hormonların aşırı üretimine yol açan anahtarı engellemenin bir yolunu bulabileceklerini düşünüyorlar.
Cambridge Üniversitesinden Prof. Robin Carrel, buldukları şeyden çok heyecan duyduklarını belirterek, "(Hastalığın oluşumuyla ilgili) Bir adım öncesine giderek ve ilk değişime bakarak yeni stratejilerin yolunu açıyor ve neden bazı insanların yüksek tansiyona yakalandığını anlamaya başlıyoruz" dedi.
Tansiyon, kalp hastalıklarının ve felcin temel nedenlerinden biri ve bu hastalığın tedavisi için verilen ilaçlar, tüm reçetelerin yüzde 6'sını oluşturuyor.
Halen kullanılan tansiyon ilaçları kan basıncının yükselmesine yol açan mekanizmanın daha sonraki evrelerini hedef alıyor.
GAPS Bağırsak ve Psikoloji Sendromu İçin Doğal Tedavi Yöntemi
Tarih: 09 Kasım 2021
Kronik yorgunlukta Meyan kökü mucizesi;
Tarih: 07 Ekim 2021
MEYAN KÖKÜ ARAŞTIRMA VE İNCELEME
MEYAN KÖKÜ
Eğer birisi kronik yorgunluk sendromu olarak bilinen anlaşılması güç ve neredeyse tedavi edilemez olan rahatsızlık için bir tedavi bulunabilseydi dünyanın her yanındaki bir çok kişinin ıstırabı sona ererdi.Kronik yorgunluk sedromu sizin düşündüğünüz şey olmayabilir.Bu normal bir yorğunluk hali değildir.Elbette zaman zaman yorulabilir bitkin düşebilirsiniz ama bu KSY değildir.KSY tanı konulmasına ve tedaviye çoğunlukla olanak vermeyen bir yığın belirtiyle tanımlanır.
Sağlıklı zinde bir insan birden bire görünürde bir neden olmadan uzun süren gribimsi bir hastalığa yakalanır;bu hastalığa baş ağrıları eklem ve kas ağrıları depresyon ve en çok da kişinin işe gitmesini engelleyebilen ve onu bütün gün yatıran sürekli ve yoğun bir yorgunluk eşlik eder.
Doktorlar ona başka bir isim koyamadıklarında onu kronik yorgunluk sedromu olarak tanımlarlar.Ama hiç kimse nasıl tedavi edilebileceğini ya da ona neyin neden olduğunu bilmiyor.Yaygın tedavi ağrı kesiciler ve antidepresanlardır.İyileşme nadir olarak görülür ve düş kırıklığı yüksek orandadır.
Consumer Reports kısa bir süre önce şu gözlemi bildiriyordu:A.B.D.de muhtemelen yüzbinlerce insanın kronik yorgunluk sedromu var.Nedeni hakkındaki teoriler hormanal bağışıklıkla ilgili ve nörolojik anormallikler dahil olmak üzere neredeyse her şeyi kapsıyor.Bu yıkıcı olduğu kadar insanı çaresizde bırakan bir hastalıktır.
Şimdi bu anlaşılması güç ve zayıf düşürücü illetin doğanın en eski ilaçlarından biriyle meyan kökü ile iyileştirilme olasılığı söz konusu.Kronik yorgunluk sedromunun arkasındaki pek anlaşılmayan bazı mekanizmaları tanımlayan yeni araştırmalar ortaya çıktıkça bazı uzmanlar ve hastalar meyan kökünün farmokolojik etkisinin bu rahatsızlığın tedavisine mükemmel bir biçimde uyduğunu gördüler.
Bununla birlikte meyan kökü kronik yorgunluğu olan herkes için uygun değildir ve bazı durumlarda rahatsızlığı dahada ağırlaştırabilir. Onu tercihen bir sağlık uzmanının gözetimi altında tedbirli kullanmak önemlidir.Ama eğer kronik yorgunluk belli biyokimyasal eksikliklerden esasen bir tür düşük tansiyondan kaynaklanıyorsa eczacılk ilaçlarıyla karşılaştırıldığında benzersiz bir biçimde etkili ve nispeten zararsız bir ilaç olan meyan kökü “mucizevi” bir iyileşmenin gerçekleşmesine yardımcı olabilir.
DAVE’İN MUCİZESİ
“Yirmi yıldır ilk kez kendimi harika hissettim”
Şu anda elli beş yaşında olan güney Florida daki balıkçı ve yolcu teknelerinde uzun süredir kaptanlık yapan David Williams için bu rahatsızlık 1977 de tipik bir biçimde ciddi bir göğüs üşütmesinin ardından aşırı bir yorgunluk olarak başladı.Şimdi “O denli yorgun ve bitkindim ki bu yorgunlugu iliklerime dek hissediyordum ve zihnim bulunık olduğundan hiçbir şey düşünemiyordum”.diye anlatıyor.David garajdan evine kadar sık sık bir yerlere oturmadan gidemediğini hatırlıyor.”Bana neler olduğunu bir türlü anlamıyordum” diyor.
Ayrıca tipik bir biçimde onun rahatsızlığına da kolayca tanı konulmamıştı. Sonraki yıllarda yaşamı bir kabusa dönüştü birkaç kez işini kaybetti ve karısı tarafından terk edildi “Zihnimdeki sis yorgunluk,adeta üstüme çökmüş beni eziyordu”Doktor doktor dolaştı birkaç danışmana ve psikiyatriste de başvurdu.”bir psikiyatrist bana her türlü psikiyatrik ilacı denetti ama hiçbiri işe yaramadı”çaresizlik içindeydi bildiğim tek şey durumumun düzelmiyeceğiydi tam bir çöküntünün eşiğindeyken yerel bir askeri hastahaneye gitti “Kendimi onların insafına bıraktım dedim ki Tanrı aşkına bana yardı etmelisiniz benim rahatsızlığımın ne olduğunu bulmak zorundasınız.Neden sürekli olarak bu kadar yorgunum?Doktorlar onu Miami Üniversitesindeki bir immünoloğa gönderdiler orada 1992 de ona kronik yorgunluk sedromu tanısı konuldu.Ama bunun ona pek bir yararı olmadı tipik deneme yanılma yoluyla tedavinin de öyle kendisini çok daha iyi hissetmiyordu.
Sonra 1995in sonlarında bir ilerleme kaydedildi.Johs Hopkins deki doktorlar ilk kez bazı kronik yorgunluklara bir tür düşük tansiyon anormalliğinin neden olduğunu buldular.Williams Dr Marilyn Cox a ve sonrada düşük tansiyon bozukluğunu tam olarak tanımlayan bir “eğik masa testi” için Miami Üniversitesine sevk edildi.Eğer bu eğik masada dikey olarak asılı kaldığınızda nispeten çabuk bayılırsınız,hastasınız demektir.David de de öyle oldu bingo sonraki aşikar adım tansiyonun yüksetilmesi doktorları Williams a bedende tuzu ve sıvıyı tutan kan basıncını ve hacmini yükselten fludrokortizon ilacı verdiler.Bu teoriye göre bu ilaç kan basıncını yükselterek beyne giden kanı ve oksijeni arttırarak kronik yorgunluk sedromunun belirtilerini dolaylı olarak yok edebilir ancak Williams buna ve benzeri ilaçlara kötü bir tepki verdi.
Williams arayışını sürdürerek yerel kütüphanede bir araştırma yaptı.Bilgisayarda A.B.D.Ulusal Tıp Kütüphanesine bağlanarak bir İtalyan doktorun Dr Riccardo Baschettinin New Zealand Medical Journal adlı derginin yazı işleri müdürüne yazdığı iki mektubu buldu.Doktor mektuplarında kendi kronik yorgunlugunu meyan kökü alarak tedavi ettiğini bildiriyordu .Nedeni:Bazı kişilerde meyan kökü tansiyonu yükseltiyor başlangıçta Williams bu öneriyle alay etti güldüm bu bana son derece saçma gelmişti yinede Dr.Williams ı çok mutlu etmişti.Kendimi gerçekten harika hissettim yani tam olarak iyileşmiş hissettim tamamen yüzde yüz adeta yenilenmiştim çok heyecanlanmıştım çok şaşırmıştım yirmi yıldan beri bunu arayıp durmuş ve en sonunda bulmuştum
Meyan kökünün anormal derecede düşük tansiyonu iyileştirerek kronik yorgunluk belirtilerini geçiktirdiğine dair kanıt için Williams 1996 Agustosunda kritik eğik masa testinden tekrar geçti eğer bu testi başı dönmeden ya da bayılmadan atlatırsa bu onun tansiyon anormalliğinin kontrol altına alındığı anlamına gelecekti .O Bu testi mükemmel bir biçimde geçtim.diyor.Tallahassee Memorial Regional Tıp Merkezinden kardiyolog Dr Cox bunu onaylıyor.Doktor meyan kökünün David in tansiyonunu normale döndürdüğünü ve böylece kronik yorgunluk belirtilerini geçirdiğini kabul ediyor.O”Bu bilimsel olarak mantıklıdır”diye açıklıyor.”Meyan kökündeki esas aktif madde glisirhizinik asit düşük tansiyon anormalliğini tedavi etmek için verilen Florinef ilacı gibi etki gösteren bir bitki steroidi dir.Dr.Cox Wiliams ın tansiyonunu normale döndürecek ve eğik masa testinden geçmesini sağlayacak kesin dozu bulmak için onun farklı dozlarda meyan kökünü denemesine yardımcı oldu.Doktor hanım bu vakayı bir tıp dergisi için yazmıştır ve o düşük tansiyonlu başka kronik yorgunluk hastalarının da doktor gözetimi altında meyan kökü aldıklarını duymuştur.
O Nedir?
Baklagiller familyasına mensup olan meyan kökü söylendiğine göre tıbbı olarak ilk kez 5000 yıl önce Çin Pen Tsao Ching adlı bir bitkisel devalar derlemesinde ortaya çıkmıştır.
O zamandan beri kadim mısır da Yunanistan da Orta çağda Avrupada ve günümüze kadar esasen solunum yolu enfeksiyonu nezle ,öksürük,ve daha yakın zamanlarda da ülser için bir halk ilacı olarak kullanılmıştır.Kullanılan kısmı kökü ya da köksapıdır.Günümüzde bu kökler kıyılır toz haline getirilir ve siyah ekstrelere dönüştürülür ve meyan kökünün esas aktif kimyasal maddesi olan glisirhizinik asit ayrıştırılır ve bazen ayrı olarak kullanılır.
Kanıt Nedir?
Meyan kökünün kronik yorgunlugu tedavi edebileceği fikri ilk başta bir çok kişiye saçma görülebilir.Ama kısa bir süre önce yapılan ve kronik yorgunluk bulmacası için ve onun meyan köküne çok benzer bir biçimde iş gören ilaçlarla iyileştirilebileceğiyle ilğili yeni açıklamalar sunan araştırmalar sayesinde bu bitkiye duyulan güven giderek artmaktadır.
Johns Hopkins Üniversitesi nde yapılan dönüm noktası oluşturan ve bu arda David Williams ıda doğru yönlendiren bir inceleme kardiyologt Hung Calkins ve meslektaşları tarafından yürütülmüştü.Doktorlar bu incelemede yirmi üç kronik yorgunluk hastasının yüzde 95 gibi şaşırtıcı bir bölümünde yani biri hariç hepsinde kan damarlarının genişlemesi ve hızla düşen tansiyon nedeniyle beynin oksijensiz kalmasıyla sonuçlanabilen düşük tansiyon anormalliği buldular dahası Hopkins araştırmacıları hastalara bedende tuz ve sıvı tutmaya neden olan ve tansiyonu yükselten fludrokortizon ilacı verdiklerinde hastaların yaklaşık yarısının kronik yorgunluk belirtileri ya tamamen yada kısmen kayboldu.
Buna benzer biçimde, 1991’de A.B.D. Ulusal Sağlık Enstitüleri’nde, Mark A. Demitrack ve meslektaşları, çoğu kronik yorgunluk hastasında,bu hastalığın uyuşukluk,yorgunluk,bağışıklık tepkisinde düzensizlikler ve abartılı alerjik reaksiyonlar gibi tipik belirtilerine neden olabilecek “hafif böbreküstü bezi yetersizliği”olduğunu buldular.Şaşırtıcı bir biçimde,bu resmi araştırmacılar,kronik yorgunluk sendromunun ve böbreküstü bezi ”yetersizliğinin” belirtilerinin nerdeyse aynı oldukları sonucuna vardılar!Ve bu durum nasıl tedavi ediliyordu?Hopkins incelemesinde tansiyonu yükselten ve KYS belirtilerini yok eden aynı ilaçlarla,hidrokortizon ve fludrokortizon ilaçlarıyla. Kısacası: Kronik yorgunluk sendromu olan birçok kişinin böbreküstü bezleri iyi çalışmıyor olabilir,bu da böbreküstü bezi yetersizliği olarak adlandırılan,kandaki kortikosteroid düzeylerinin düşük olmasıyla sonuçlanır.Bu, düşük kan basıncı ve düşük kan hacminin yanı sıra, özellikle sodyum olmak üzere, minerallerin anormal salgılanışına neden olur.Bu yetersizliği uygun steroidler’le gidermek kronik yorgunluk belirtilerini geçirebilir ve işte meyan kökü burada devreye girer.Kendi kronik yorgunluk sendromunun tedavisinde de meyan kökünü kullanan İtalyan doktor Riccardo Baschetti.”Meyan kökü,aslında,güçlü steroid’dir,”diyor.Meyan kökü de,steroidal ilaçlar gibitansiyonu yükseltebilir ve sıvı tutmaya neden olabilir.Gerçekten de,meyan kökü yiyenler,bu zararlı yan etkiler konusunda uzun zamandan beri uyarılmaktadırlar.İronik bir biçimde. uzun zamandır bilinen bu olumsuz farmakolojik etki, meyan kökünün kronik yorgunluğu tedavi etmesini sağlayan şeydir. Dahası, meyan kökü 1950’lerde, Addison hastalığı olaral bilinen klasik”böbreküstü bezi yetersizliği”nin tedavisinde ilaç olarak kullanılmıştı.Dr.Baschetti. çoğu kronik yorgunluğunun, aslında, Addison hastalığının atipik bir biçimi olduğuna ve tedavide bunun göz önünde bulundurulması gereğine inanıyor. A.B.D. Ulusal Alerji Ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü tarafından desteklenen yeni bir kontrollü bir inceleme,fludrokortison (Florinef) ilacının, ”böbreküstü bezi yetersizliğini” tedavi ederek, kronik yorgunluk sendromunu geçirip geçirmediğini bulmak için başlatıldı.Bu ilaç, bu rahatsızlık için yaygın olarak ullanılmaktadır. Eğer öyleyse, bu hemen hemen aynı şeyi yapan meyan kökünün geçerliliğini de onaylamış olacaktır.
DR. BASCHETTİ’NİN MUCİZESİ
“Meyan kökü birkaç gün içinde beni eski gücüme kavuşturdu”.
İtalyan doktorun perişanlığı 3 Mart 1993 de birden bire “klasik gribimsi belirtilerle”başladı.Durumu yavaş yavaş kötüleşti kullandığı birkaç reçeteli ilacın hiçbir yararı olmadı ve o 1993 ‘ün Ağustosundan kasımına dek neredeyse yatağa mahkum oldu.Ondan sonra ona kronik yorgunluk sedromu tanısı konuldu.
Emekli bir devlet sağlık yetkilisi olan Dr.Riccardo Baschetti çaresizlik içinde tropikal iklimde iyileşecegini umut ederek Padua’daki evinden ayrılıp Santo Domingo ya gitti ve orada beş hafta kaldı.Buna rağmen hastalığı daha da kötüledi “Kronik yorgunluk sedromunun yıkıcı etkileri genel olarak fazla önemsenmiyor”,diyor doktor,”Oysa bu gerçekten ciddi bir hastalık”.
Dr. Baschetti birkaç ilacı denemenin yanı sıra diyetinide değiştirmeye çalıştı.Hayretle tuzlu yiyecekler yediğinde kendisini daha iyi hissettiğini fark etti.Sonra kronik yorgunluk sendromunun sodyumu tutan hormon yani aldosteron eksikliği içeren klasik Addison hastalığına benzeyen böbreküstü bezi yetersizliğinin atipik bir biçimi olabileceğini fark etti.O ayrıca meyan kökünün “esasen aldosteromsu etkileriyle ünlü olduğunu ve 1950’lere kadar kortizon henüz yokken Addison hastalarının meyan köküyle başarıyla tedavi edildiklerini de” hatırladı.
Ozaman şöyle bir muhakeme yürüttü:”Eğer kronik yorgunluk Addison hastalığına benzer bir hormanal yetersizlikse o zaman meyan kökü belki düşük hormon faliyetini normale döndürebilir,ve böylece onun hastalık belirtilerini geçirebilir.”Bunun üzerine meyan kökü yemeye başladı.İlk kronik yorgunluk atağını yaşadığından beri geçen yirmi ay içinde ilk kez bir rahatlama farketti.”Meyan kökü birkaç gün içinde fiziksel ve zihinsel gücümün canlanmasını sağlar!”O yine de tam olarak normale dönmemişti .Meyan kökü dozunu giderek yükselterek günde 30 grama kadar çıkardı.
Derken meyan kökünü sodyum açısından zenğin sütte eritmenin onun gücünü arttırabileceğini idrak etti.Ekim 1994 5 gramlık katı meyan kökü ekstresini bir litre sütte eritti ve onu hemen içti.”Beni şaşırtan bir biçimde kısa bir süre sonra on dakika boyunca sürekli çok derin bir biçimde iç geçirdim.İki saat içinde kendimi neredeyse tamamen iyileşmiş hissettim.”O şimdi her gün sütte eritilmiş 4 gram meyan kökü ve 2.5 miligramlık hidrokortizon ilacı alıyor ve kendisini hala harika hissediyor.O kronik yorgunluk sedromunun tamamen iyileşmesini meyan köküne bağlıyor.Dr.Baschetti kendi deneyimini ve teorilerini birkaç saygın tıp dergisinde yayınlanan bildirilerle ve mektupla anlatmıştır.O hastalığının sadece bir kere sınama amacıyla meyan kökünü almayı bıraktığında nüksettiğini söylüyor.”O çok şaşırtıcı bir biçimde etkili “diyor.
O Nasıl İş Görüyor?
Meyan kökü doğanın kendi kortikosteroidler’inden biridir.Bunlar böbreküstü bezleri tarafından üretilen ve güçlü steroidal kortizon ilacınınkine çok benzer bir farmokolojik etkiye sahip ilaçlardır.Araştırmacılar meyan kökünde bulunan ve kortizona benzer bir etki yapan aktif maddenin glisirhizinik asit olduğunu onayladılar.Dr. Baschetti ye göre meyan kökündeki glisirhizinik asit bir enzimin faaliyetini engelleyerek iş görüyor;aksi taktirde bu enzim sizin kendi doğal hormonunuz olan hidrokortizonu parçalayıp yok ediyor.
Dr. Baschetti’nin teorisine göre “Böylece daha fazla hidrokortizonu koruyarak meyan kökü hem kronik yorgunlukta hemde Addison hastalığında görülen hormanal eksiklikleri gidermeye yardımcı oluyor.” O” Meyan kökünün faaliyetinin bedende sodyumun tutulmasına ve su dengesine yardımcı olan kortizon’un ve diğer hormanların faaliyetine benzediğini “ söylüyor.
Onu Kimler Almalı?
Kronik yorgunluk tanısı konulmuş kaç kişinin anormal derecede düşük tansiyonu ya da adrenal yetersizliği olduğu ve böylece meyan kökünün yararını görebileceği kesin olarak bilinmiyor.Hopkins incelemesinden bir ipucu geliyor:Araştırmacılar deneklerin yaklaşık yarısının ilaçtan yaralandığını gördüler bu da aynı yüzdenin meyan kökünün de yararını görebileceğini ima ediyordu.Öte yandan A.B.D.2nin Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün incelemesi kronik yorgunluk hastalarının neredeyse yüzde 70’inin “böbreküstü bezi yetersizliği”olabileceğini ima ediyordu.Öte yandan A.B.D.’nin Ulusal Sağlık Enstitüsü incelemesi ,kronik yorgunluk hastalarının neredeyse yüzde 70’inin “böbreküstü bezi yetersizliği” olabileceğini ve onlarında meyan kökünden yararlanabileceklerini ileri sürüyordu.Diğer tedavilerle ne kadar az iyileşme sağlandığı göz önüne alındığında bu her iki oranda da etkileyicidir.
İhtiyacınız Olan Miktar
Bu beden ağırlığınıza göre değişir.Ana görüş dergilerinde bu konuya çok az yer verildiğinden doğru miktarı bulmak genellikle bir deneme yanılma sürecini gerektiriyor.İşte bu yüzden kronik yorgunluk sedromunu ya da başka bir rahatsızlığı tedavi etmek için meyan kökünü denerken bir doktorun veya başka bir sağlık uzmanının gözetimi altında bulunmanız gerekir.
Onu kullanan bazıları kendi dozlarını saptamışlardır.Epey deneme ve yanılmadan sonra David Wiliams için en yararlı doz günde 5 gramdı ve bu doz 375 miligram glisirhizinik asit içeriyordu.Bu bunun herkes için doğru doz olduğu anlamına gelmiyor.Wiliams iri yapılı bir adamdı boyu 1.80 metreden uzundu ve 109 kiloydu .”Dozlar her hasta için özel olarak belirlenmeli ve her hastanın sonuçları bir doktor tarafından izlenmelidir,”diyor Dr.Cox.
Tüketicinin Dikkatine
Tedavi edici bir madde olarak meyan kökü “gerçek madde “olmalıdır.Şekerleme olarak kullanılan meyan kökü diye adlandırdığımız şeyin büyük bölümü aslında gerçek meyan kökü değil,anasondur.Gerçek meyan kökü toz ve sıvı ekstre olarak sağlıklı besin dükkanlarında bulunabilir.Bazı meyan kökü ürünleri glisirhizinik asitten arındırılmıştır;glisirhizinik asit hidrokortizon üretimini artıran ve kritik doğal steroid hidrokortizon’un bedende tutulmasını sağlayan madde olduğundan onsuz meyan kökü kronik yorgunluk sendromunu iyileştiremez.Bununla birlikte, normal insanlar için bu daha güvenlidir.
Güvenlik Etkeni
Normal insanlar için,meyan kökünü uygun olmayan yüksek dozlarda almak,baş ağrısı,uyuşukluk ,tehlikeli biçimde yüksek tansiyon, kalp durması ve kalp yetmezliği ile sonuçlanabilecek sodyum ve su tutulması (ödem) gibi ciddi yan-etkilere yol açabilir.Meyan kökü ekstresini, hatta şekerlemesini aşırı dozlarda almak, hastanelik durumlara neden olmuştur.Eğer onu kronik yorgunluk sendromu için kullanıyorsanız, aşırı miktarda almak ayrıca potasyum dengesini bozabilir.bu da kalp yetmezliğini hızlandırabilir.Uzun vadede toksisite meselesine gelince, İngiltere’de, meyan kökü resmen bir besin olarak sınıflandırılmıştır,bu da onu bir besin kadar güvenli görüldüğü anlamına geliyor.
Uyarı:Dr.Cox, meyan kökünü tedavi amacıyla alan herkesin, özellikle kandaki potasyum düzeylerinin yaşamı tehdit –edecek derecede düşmesi gibi yan-etkiler için dikkatle izlenilmesi gerektiği konusunda uyarıyor.Meyan kökü “doğal” olsa da, o güçlüdür ve rasgele bir şekilde kullanılamaz.
Onu Kimler Almamalı?
hamile kadınlar meyan kökünü almamalıdırlar.Güvenlik için, daima bir doktora danışınız.
O Başka Nelere İyi Gelir?
Meyan kökü gastrit ülser için uzun süreli bir tedavidir.Almanyada bitkisel ilaçlarla ilgili yasal otorite olan komisyon E ülser tedavisinde meyan kökünün kullanılmasını onaylıyor; bu tedavi için, dört ila altı haftayı geçmemek kaydıyla,günde 200 ila 600 miligram glisirhizin (yaklaşık olarak 5 ila 15 gramlık kök) alınmasını tavsiye ediyor.Diğer araştırmalar, meyan kökünün virüslerle mücadeleye yardımcı olabileceğini ve bağışıklık işlevini destekleyebileceğini gösteriyor.
MEYAN KÖKÜNÜ KRONİK YORGUNLUK İÇİN NASIL KULLANMALI
Dr. Riccardo Baschetti’den Tavsiye ve Uyarılar
Dr.Baschetti 2 gram saf glisirhizinik asitten arındırılmış meyan kökünün yarım litre soğuk düşük yağlı yada kaymağı alınmış sütte eritilmesini tavsiye ediyor.İnce öğütülmüş meyan kökü kullanınız ve erimesine yardımcı olmak için onu on iki saat kadar az miktarda suda bekletiniz.Bu içeceği her sabah içiniz.Eğer birkaç saat içinde iyileşme görmezseniz meyan kökünün dozunu yavaş yavaş ve ihtiyatlı bir biçimde 5 grama kadar çıkarınız.
“Meyan kökü ancak eğer kronik yorgunluk hastasının lenf bezleri şişmiş ve ağrılıysa işe yarayacaktır,”diyor.Dr.Baschetti “Eğer sizde bunlar yoksa sizde gerçekten kronik yorgunluk sedromu yoktur.”O ayrıca eğer tansiyonunuz genellikle yüksekse kronik yorgunluk sedromunuzun olmadığını belirtiyor,ve bu durumda sodyum tutulmasına neden olacağı ve tansiyonu daha da belki tehlikeli biçimde yükselteceği için meyan kökünü kesinlikle almamanızda ısrar ediyor.En önemlisi de meyan kökü sadece eger kandaki hidrokortizon düzeyleriniz düşükse işe yarıyor.Depresyonu olanların da meyan kökü almamaları gerekiyor çünkü yeni incelemeler böyle depresyonlu kişilerin kanlarında yüksek düzeylerde steroid hidrokortizon bulunduğunu gösteriyor.Böyle durumlarda meyan kökü hidrokortizon düzeylerini dahada yükselterek depresyonu ağırlaştıracaktır.
ÖNEMLİ:Bir doktor durumunuza kesin tanı koymadıkça yorgunluk sedromu için meyan kökü almamanızı tavsiye ederiz.Doğru tanı kesinlikle şarttır eğer lenf bezleriniz şişmiş ve ağrılı değilse meyan kökü almayın eğer KSY ile ilgisi olmayan klasik depresyonunuz varsa meyan kökü almayın eğer yüksek tansiyonunuz varsa meyan kökü almayın.
KAYNAK BİLGİLERİ
Armanini,d. Further studies on the mechanism of the mineralocorticoid action of licorice in humans.Journal of Endocrinol ınvest 19(9) :624,1996.
Baschetti,R.Chronic fatigue syndrome and neurally mediated hypotension.Journal of the American Medical Association 275:359,1996.
-Chronic fatigue syndrome and liquorice.New Zealand Medical Journal.April 26,157,1995.
Borst,J.G.G.Synergistic action of liquorice and cortisone in Addisons and simmond disease.Lancet 1:657-663,1953.
Bou-Holaigah,I.The relationnship between neurally mediated hypotension and the chronic fatigue syndrome.Journal of the American Medical Association 274:961-967,1995.
Cleare,A.J.Contrasting neuroendocrine resposes in depression and chronic fatiggue syndrome.Journal of Affective Disordders 35:283-289,1995.
Demitrack,M.A.Evidence for impaired activation of the hypothalamic-pituitary-adrenal axis in patients with chronic fatigue syndrome.Journal of Clinical Endocrinology and metabolism 73:1224-34,1991.
Türkiye Dünyaya şifa dağıtıyor.
Tarih: 06 Ekim 2021
Türkiyeden dünyaya şifalı bitkiler ihracatı;
Türkiye kendine has kokusu ve aroması olan otlar açısından gayet verimli bir coğrafyaya sahip. Kozmetik sanayiden eczacılığa kadar birçok alanda kullanılan bu bitkilerin sayısının 500 civarında olduğu tahmin ediliyor. Odun dışı orman ürünleri olarak sınıflandırılan bu ürünler son zamanlarda Türkiye’nin ihracat kaleminde gözle görülür bir nitelik kazanmaya başladı. Zira dünya genelinde sağlıklı yaşam trendlerinin de ağırlık kazanmasıyla bu tip bitkilere gösterilen ilgi artış gösteriyor.
Deutche Welle'nin aktardığı Global Industry Analysts araştırma şirketinin tahminlerine göre, 2015 yılına kadar dünyadaki bitkisel kökenli ilaç ve ürünler pazarı 93 milyar doları aşacak.
Çin başı çekiyor
Türkiye’nin en çok ihraç ettiği ürünlerin başında kekik ve defne yaprağı geliyor
Dünyada rağbet görmeye başlayan bu ürünlerin büyük bir bölümü Çin ve Hindistan tarafından temin ediliyor. 2010 rakamlarına göre, 1,3 milyar dolarlık ihracatıyla Çin bu ürün grubunun ticaretinde yüzde 15,8'lik bir payı elinde bulunduruyor. Aynı yıl 939 milyon dolar ihracat yapan Hindistan ise dünyadaki bu ürün grubu ihracatının yüzde 11’ini yapıyor. Bu iki ülkeyi 908 milyon dolarlık ihracatıyla ABD izliyor.
ABD bu ürünleri tedarik eden önemli bir ülke olmasının yanında gelişmiş ilaç sanayisi ile bu ürünleri en çok talep eden ülkelerin başında geliyor. 2010 yılında bu ürün grubunun ithalatında ABD 1,3 milyar dolar ile listenin en tepesinde yer alıyordu. ABD’yi bu ürün grubunun ithalatında yüzde 8 payı bulunan Almanya ve yüzde 5,8 ile Japonya takip ediyor.
Türkiye ihracatını yüzde 14 artırdı
Zengin ürün florasıyla Türkiye, son dönemde dünyanın farklı noktalarına gönderdiği bitkisel ürünlerde çıkış yaşıyor. Ege Ağaç Mamulleri ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği rakamlarına göre Türkiye 2010 yılında 98 milyon dolarlık ihracat yaptı. Aynı rakamlara göre 2011 yılında bu türden ürünlerin ihracatı yüzde 14’lük artışla 112 milyon dolara ulaştı.
Kekik ve defne yaprağına ilgi büyük
Türkiye 2011 yılında dünyaya 31 milyon dolarlık kekik ihracatı yaparken, defne yaprağında ihracat 27 milyon dolar oldu. Bu rakamlar bu iki ürün ihracatının toplam bitkisel ürün ihracatının yaklaşık yarısına denk geldiğini gösteriyor.
Türkiye’nin zengin odun dışı orman mamüllerini en çok talep eden ülkelerin başında Almanya geliyor. Ege Ağaç Mamulleri ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği rakamlarına göre 2011’de Almanya’ya yapılan ihracat 11 milyon doları geride bıraktı. Almanya’nın Türkiye’den aldığı 11 milyonluk bitkisel ürünlerde defne yaprağı, mavi haşhaş ve kekik başı çekiyor. Almanya Türkiye’den 2011 yılında 1,7 milyon dolarlık defne yaprağı satın aldı. Mavi haşhaş için bu rakam 1,6, kekik içinse 1,4 milyon dolar oldu. Söz konusu ürünler özellikle ilaç ve kimya sanayisi için önemli girdi maddeleri olduğundan, bu sektörlerde gelişmiş olan Almanya’nın bu tip ürünleri daha çok talep ettiği görülüyor.
'Rakamlarda üretimin payı önemli'
Global Industry Analysts araştırma şirketinin tahminlerine göre, 2015 yılına kadar dünyadaki bitkisel kökenli ilaç ve ürünler pazarı 93 milyar doları aşacak
Türkiye'nin bu ürün grubundaki avantajlı konumunun temel nedenlerinden birisi, iklim, dolayısıyla da zengin flora. Akdeniz Ağaç ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği Başkanı Bülent Aymen bu bitkilerin üretimi ile ilgili alınan mesafenin de etkili olduğunu anlatıyor.
Aymen, “Dünyada sağlıklı ürünlere yönelik ilginin artmasından sonra Türkiye'nin bu tür ürünlerdeki ihracat rakamları artış gösterdi. Türkiye özellikle kekik ve defne yaprağı gibi ürünlerin üretimini de gerçekleştiriyor. Bu nitelikleri ile Türkiye, kekik, defne yaprağı ve adaçayı gibi ürünlerde dünyanın en önemli tedarikçilerinden birisi olmaya devam ediyor. Genel tabloya bakıldığında Türkiye, odun dışı orman ürünleri ihraç eden 196 ülke arasında kendine 21. sırada yer buluyor” diye konuşuyor.
Biribiri ile uyumlu bitkilerden oluşan güzel iki kış çayı tarifi.
Tarih: 06 Ocak 2021
Kış Çayı
Kışın bu karlı ve soğuk havasında içimizi ısıtıp bağışıklık sistemimizi koruyacak bir çok karışım yapılabilir fakat bunu yaparken vücudumuzun diğer organlarının dengesini bozmayacak şekilde birbiri ile uyumlu bitkilerden karışım yapmak çok önemlidir.
Biribiri ile uyumlu bitkilerden oluşan size güzel iki kış çayı tarifi derledim.Hem siz için hem de sevdiklerinizle de paylaşın ki onlar da istifade etsinler.
Kış çayı Tarifi 1
Malzemeler:
Adaçayı 20 Gr
Tarçın 1 Çubuk
Karanfil 7 Adet
Havlıcan 2 Parça
Kuşburnu 50 Gr
Hibisküs 30 Gr
Okaliptüs 7 Yaprak
Papatya 15 Tane
Hazırlanışı: Malzemeleri harmanladıktan sonra bir bardak kaynar suya bu karışımdan 1 tatlı kaşığı koyup 5 dakika demlendirdikten sonra süzüp , Bal veya pekmezle tatlandırarak içebilirsiniz.
Kış çayı Tarifi 2
Ihlamur 20 Gr
Papatya 15 Adet
Kuşburnu 15 Adet
Hazırlanışı: Malzemeleri harmanlamadan bir çaydanlık soğuk suya önce 15 adet kuşburnu atılıp su kaynayıncaya kadar ısıtılır 5 dakika kaynadıktan sonra ocağın altı kapatılıp ıhlamur ve papatyalar ilave edilip karıştırılır 5 dakika demlendirdikten sonra, bal veya pekmezle tatlandırarak içebilirsiniz.
Şifa olması dileği ile
Afiyet olsun.
Editör
Reflekslerin bilmediğimiz faydaları;
Tarih: 20 Mart 2020
Refleksler, bir nevi insan vücudundaki pürüzleri gideren sistem. Elimizde olmadan yaptığımız ve otomatikleşmiş hareketlerin sırlarının hepsini çözemesek de keşfedebildiğimiz kadarıyla büyük hikmetler taşıyorlar.
İnsan vücudu, birbirinden ilginç kabiliyetlerle donatılmış. Bu melekelerin bir kısmı Kudreti Sonsuz tarafından insan ihtiyarına bırakılırken, diğer ve büyük kısmı ise bilinç dışı çalışmayla yükümlü. Bilinç dışı ve iradeye bağlı olmadan çalışan organlar bir yana, insanın vücudunun günlük hayatta sık sık yaptığı istem dışı birçok hareket bulunuyor. Vücuda dışarıdan gelen tehlikelere karşı koruyan bu ani hareketlenme mekanizmasının büyük işlevi bulunuyor. İrticalen (kendiliğinden) ortaya çıkan bu tepkilere tıp dilinde refleks deniyor. Peki, bir ömür boyu gayri ihtiyari gerçekleşen bu ani hareketler nasıl oluşur, ne işe yarar?
150 km hızla üflemek kolay değil!
Havada bulunan partiküllerin solunum yollarına girmesiyle vücudun oluşturduğu otomatik bir reaksiyon, hapşırık. Güneş ışığına hassas kimselerde sık sık görülebiliyor. Burun mukozası hassaslaşması ve ağır kokulu, yoğun kirli ortamlarda da sıkça hapşırmak mümkün. Hapşırık sırasında 150 km hızla vücutta bulunan 40 bin partikül dışarı atılır. Bu sayede solunum yollarında bulunan bakteriler dışarı atılır. Ertesinde vücutta bir rahatlama ve hoşnutluk hissi oluşur. Bazı kimseler, bu reflekslerinin çok gürültülü olduğundan dolayı ağız-burun yollarını kapayarak engelliyor. Fakat özelikle kafa bölgesinde büyük bir basınç oluşturması sebebiyle hapşırık kesinlikle engellememeli. Zira kafatasında artan basınç özellikle yüksek tansiyon hastaları için tehlikeli ve beyin damarlarında kanamalara sebep olabiliyor.
Esnemek beyni soğutuyor
Esneme sırasında ağız içindekilerin görülmesi hoş bir görüntü oluşturmaz. Kapama sırasında gelen kaba ses de çabası... Bu yüzden nezaketen bu görüntü ve sesin perde edilmesi beklenir. Uykuyla ezelden beri ilişkilendirilen bu hareketin şimdiye kadar herhangi bir çözümlemesi yapılamasa da öne sürülen tezler bir hayli ilginç. Evrimciler esnemenin ilkel dönemlerden kalan davranış olduğunu öne sürüyor. Çene kaslarının büyükçe açılması rakibe karşı bir güç gösterisi olarak yorumlanıyor. Bu hareket, zamanla evrilmiş ve günümüz insanına esneme olarak miras kalmış. Amerikalı profesör Andrew C. Gallup’a göre esneme hadisesi beynin çok ısındığı zamanlarda vücudun gösterdiği bir refleks. Bu sayede çok ısınan beyin tıpkı bir bilgisayar fanı etkisi gibi soğuyor. Yapılan istatistiklerde esneyen insanları gören kişilerde de esneme görülüyor.
İnatçı hıçkırıklardan korkun
Belirli aralıklarla diyafram kasının kasılmasıyla ciğerlere ani nefes alınıyor. Bu sırada ses telleri arasındaki açıklık istem dışı olarak kapanıyor ve hava arada sıkışarak o istemediğimiz ‘Hıck’ sesi meydana geliyor. Hıçkırmak kendiliğinden sona eren bir refleks ve hastalıksal sebepleri dışında birçok nedeni bulunuyor. Bunların arasında yemek yerken lokmaları çabuk yutmak, heyecan, korku, stres, alkol ve sair sebepler bulunuyor. Kısa süre devam eden bu kısa sıçramaları, nefesini tutmak, su içmek, amuda kalkmak gibi iptidai yöntemlerle gidermek mümkün. Hatta kimi yerlerde şeker emmek, torba içine solumak, dilin çekilmesi, buzlu suyla gargara, tiksindirme ve korkutma yollarına başvuranlar bulunuyormuş. Lakin uzun süreli ve inatçı hıçkırıklar büyük hastalıkların habercisi olabilir ve doktor muayenesi gerekebilir.
Yanlış sinyal beyne giderse.
Bacak bacak üstüne atıldığında, dirsekler dayandığında, bağdaş kurarak uzun süreli oturmalarda sıklıkla yaşanır karıncalanma. Vücudun uyuşan yerlerine binlerce iğnenin batırıldığını hissetmek asap bozucudur. Karıncalanma geçici ve zararsız bir his olmakla beraber sık yaşanması başka hastalığın belirtisi olabiliyor. Bu hissin başlıca nedeni eklemlerin kapanmasıyla çevresel sinirlere yüklenen basınç. Beyin vücudun her yerinden devamlı surette mesaj alır. Uzun süre bacak bacak üstüne oturursak dizin iç yüzeyine yakın sinirler, altta kalan bacak tarafından sıkıştırılır ve beyne giden duyumlar düzensiz hale gelir. Buradan sonra beyin bölgeden gelen verileri farklı algılar. Ardından vücudu uyarır. Bulunduğu konumdan daha rahat bir pozisyona geçmesi için mesajlar gönderir. Uyuşan bölgelere hafif masajları yaparak kaşıntı giderilebilir.
Gerinip duruyorsan rahatladın demektir
Sabahları uyanınca yaptığımız ilk iştir gerinmek. Peki vücudun tüm kaslarını kopma noktasına gelene kadar germenin sebebi nedir? Özellikle masa başında çalışanların sık sık yaptığı bu refleksin arkasında kaslarımızdaki protein lifleri var. Kemikleri saran kaslarda aktin ve miyosinden oluşan lifler iç içe geçmiş halde bulunuyor. Hareket ettiğimizde kaslar bu moleküller arasındaki bağların çalışmasıyla güç üretiyor. Durgun haldeyken kaslarda herhangi bir hareket olmasa da bu bağlar kaslara az miktarda gerilim sağlar. Zaman içinde gerilim artarak azami dereceye geldiğinde vücudun hareketsiz kısımlarında sertlik hissi uyanır. İşte gerinme refleksi bu sırada devreye girer ve kaslar uzun süre hareketsiz kalmaktan kurtulur. Vücuda yapılan masaj ve fizyoterapi uygulamalarının ardından vücutta oluşan rahatlık da bu sayede oluşur.
Kemiklerimiz neden çıtlar?
Kimilerinin bayıla bayıla yaptığı bu hareket kimilerinde tike dönüşebiliyor. İleri yaşlarda kireçlenme gibi önemli rahatsızlıklara sebebiyet veriyor. Fakat çıtlatma işlemi zamanla bilinç dışı bir alışkanlığa dönüşebiliyor. Aslında bu ‘çıt’ sesinin kemiklerden geldiğini zannetmek büyük yanılgı. En kolay çıtlayan yerler vücudumuzun küçük ve sürtünmeli kemiklerinin bulunduğu parmaklar. Burada eklemlerde kemiklerin rahat hareket etmesini sağlayan ve yağlı sıvıyla dolu kapsüller bulunuyor. Parmaklar gerilince eklem yerleri de düzleşerek gerilir ve sıvının içinde erimiş haldeki gazlar kabarcıklaşır. İşte bu çıtlama sesleri o kabarcıkların patlama sesidir. Çıtlamadan sonra eklemin hareket alanı genişler. Bu sayede eklemler daha rahat hareket eder. Çıtlatma hareketi üst üste tekrarlanmaz. Zira gaz kabarcıklarının sıvı içinde tekrar erimesi gerekir.
Tabiatttaki Mucizeler bilim adamlarına ilham veriyor
Tarih: 09 Ocak 2015
Mühendisler, fizikçiler ve matematikçiler tabiattaki tasarım tekniklerini araştırıyor, öğrendikleriyle geleceğin malzemelerini, yapılarını geliştiriyor. Havadaki nemi toplayıp suyla dolan şişeler, kendi ağırlığının bin katını taşıyabilecek tekneler, süper koruyucu kasklar gibi daha nice yaratıcı gücün mucizelerini gösteren örnekler;
Canlılardaki tasarımları örnek alan bilimsel çalışmalar o kadar çoğadıkı saymakla bitmiyor. Bunların en ilginçlerinden biri kısa süre önce açıklandı. Harvard Üniversitesi'nden Prof. Joanna Aizenberg'in araştırma ekibi, Nepenthes adlı "böcek yiyen" etçil bitkinin kaygan tuzaklarını örnek alarak hemen hemen tüm katı ve sıvıları uzaklaştıran bir yüzey malzemesi geliştirdi.Kasım ayında, icatlar Oscarı da denilen R&D 100 ödülünü de alan Aizenberg ekibinin geliştirdiği bu teknolojinin, temiz kalan pencere camlarının üretilmesinden, buz tutmayacak yüzeylerin yapımına, boruların tıkanmasının, bakterilerin toplanmasının önlenmesine kadar çok sayıda yeniliğe kapı açması bekleniyor. Nepenthes, sürahi benzeri tuzakları olan bir bitki. Tuzaklarının, düz duvara tırmanan, tavanda bile yürüyen böceklerin ayaklarını kaydıran şaşırtıcı yüzey yapıları var.
Kırılgan malzemeleri sağlamlaştırmanın yolu
Prof. Aizenberg, daha önce de ekibiyle birlikte, deniz süngeri Euplectella’nın cam iskeletini detaylı olarak incelemişti. Narin bir vazoyu andıran bu iskelette, cam çimento ile güçlendirilmiş kesişme noktaları, boş kola kutusu gibi ezilmesini önleyen helezoni kabartılar gibi yedi ayrı yapısal düzen keşfedilmişti. "Bu cam silindirde çatlak oluşturmak için üstünde tam anlamıyla zıplamanız gerekir" diyen Aizenberg, Euplectella’nın kırılgan malzemelerden çok sağlam yapılar kurmak konusunda mühendis ve mimarlara yol gösterebileceğini söylüyor.
Eylül ayında, Amerika'nın Brown Üniversitesi'den Dr. Haneesh Kesari'nin Euplectella’yı deniz tabanına bağlayan uzantıları nano boyutta (nano metrenin milyarda biri) incelemeye aldığı açıklandı. Bu uzantılar fiber optik kablolara benziyor ama, çok daha güçlü ve daha esnekler. Bazıları cam, bazıları polimer katmanlardan oluştukları belirtiliyor. Bu katmanların düzenlenme şekli bir mühendis olan Kesari'nin dikkatini çekmişti. "Bu gerçekten bir hayvanın iskeleti mi yoksa matematik kitabından bir figür mü diye düşünüyorsunuz." diyor Kesari. Bilim insanı, hangi düzenlemenin uzantıları en güçlü hale getireceğini hesapladıklarında elde ettikleri algoritmanın, süngerin uzantılarında gördükleri ile çok iyi eşleştiğini söylüyor.
Mantis karidesinin yumruğu
Yaklaşık on santim boyundaki mantis karidesinin "yumruğu" o kadar güçlü ki, aşağı yukarı 100 kiloluk kuvvetle yumuşakçaların kabuklarını parçalıyor ve yiyor. Hem o kadar hızlı darbe indiriyor ki, yumruğu 22 kalibre kurşundan daha çabuk hızlanıyor. (Suyun içinde!) Bu hız, patlamalarıyla flaş şeklinde yoğun ışık çıkaran aşırı sıcak kabarcıkların oluşmasına neden oluyor. Kabarcıkların patlamasıyla meydana gelen şok dalgaları da yumruğun yaklaşık yarı gücünde darbe etkisi yapıyor. Mantis karidesi iki üç ayda bir kabuk değiştiriyor ama her kabukla binlerce vuruş yapıyor. Peki, kalın bir deniz kabuğunda delik açacak güçle ardı ardına vuran uzvu neden parçalanmıyor?
Aralarında Kaliforniya Ünivesitesi'nden Dr. David Kisailus ve Singapur'un Nanyang Teknoloji Üniversitesi'nden Dr. Ali Miserez'in de bulunduğu bilim insanları, mantis karidesinin yumruk benzeri uzvunu detaylı olarak inceledi. Kısa süre önce Science dergisinde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre, kitinden liflerin (kitin insanın saç ve tırnaklarında bulunan keratin benzeri bir madde) çatlakları durduracak şekilde helezonik olarak yerleştirilmesi gibi tekniklerle son derece sağlam yapılandırılmış. Araştırmacılar, mantis karidesinde keşfettikleri yapıyı örnek alarak hava-uzay mühendisliğinde, otomobillerde, askeri zırhlarda kullanılabilinecek malzemeler üretmeye çalışıyor. Bu arada şunu da belirtelim, Dr. Kisailus kendi ağırlığının bin katından fazla kuvvetle darbe indiren bu hayvanları, camı kırmasınlar diye özel bir akvaryumda tutuyor.
500 gr, 500 kg mı kaldırabilir mi?
2012 yılında, suda koşanlar (Gerris remigis) adındaki böceklerin su üstünde yürümesini sağlayan yapısal özellikler ile odunun hafif ve çok sağlam olmasını sağlayan yapısal sırların birleştirilmesiyle şaşırtıcı bir malzeme elde edildiği açıklandı. Finlandiya'nın Aalto Üniversitesi'nden Dr. Ollı Ikkala ve ekibinin geliştirdiği bu malzemeyle yapılacak yaklaşık 500 gram ağırlığındaki bir teknenin, beş buzdolabını (yaklaşık 500 kilogramı) taşıyabileceği belirtiliyor. Suda koşanlar, bacaklarını suyun altına daldırmadan, kürek gibi kullanıyor. Araştırmalar, bacaklarında mumsu bir maddeyle kaplı mikro tüylerin bulunduğunu; tüylerindeki nano oluklarda hava kabarcıklarının tutulduğunu gösterdi. Su yüzeyinin delinmemesi için bacaklarının ıslanmaması gerekiyor.
Suda batmamanın sırrı
Birkaç yıl önce, Oxford Üniversitesi Matematik Enstitüsü'nden Dr Dominic Vella, suda koşanın bacağı gibi ince, esnek bir silindirin batmadan taşıyabileceği maksimum yükü hesaplamıştı. Silindirin boyu uzadıkça taşıyabileceği yükün arttığını, ama bir noktadan sonra bükülmeye başlayıp daha fazla yük taşıyamayacağını belirledi. Daha sonra bu matematik modelini böceklerin bacak ölçüleriyle karşılaştırdığında, bacak boylarının bükülmeden maksimum yükü taşıyabilecekleri en uygun uzunlukta olduğunu gördü.
Tavanda, camda yürüyebilen canlılar
Tavanda hızlı hızlı yürüyebilen, cama tırmanan, yalnızca tek parmaklarıyla dikey yüzeylere tutunabilen sıcak iklim kertenkeleleri gekolar bilim insanlarının ilgi odağı. Gekoların parmaklarının altındaki nano yapılar, “van der Waals” kuvveti denilen moleküller arası zayıf çekimi maksimize ediyor ve yapışkansız tutunma sağlıyor. Parmaklarının altındaki dağ sıralarına benzeyen yükseltilerin her birinde çok ince milyonlarca tüy var. Bunlar spatulaya benzer uçları olan daha ince tüylere ayrılıyor. 2012'nin şubat ayında, Massachusetts Üniversitesi'ne bağlı araştırmacıların gekonun ayağının genel anatomik özelliklerini de inceleyerek Geckskin adı verilen şaşırtıcı bir alet yaptıkları açıklandı. Yapıştırıcı olmadan yüzeylere yapışan Geckskin düz duvarda 300 kilogram ağırlığı taşıyabiliyor. Kolayca yapışıp ayrılıyor ve tekrar tekrar kullanılabiliyor.
Havadan su toplayacak şişeler
Liste uzayıp gidiyor. Kısa süre önce, sırtındaki nem toplama sistemi sayesinde ağzına kadar gelen suyu içen Namib Çölü böceğindeki tasarım örnek alınarak havadan su toplayacak şişeler geliştirildiği duyuruldu. Aralık ayında, British Columbia Üniversitesi'nden Dr. Christian Kastrup ve M.I.T'den araştırmacıların, ıslak yüzeylere yapışan, dalgalara rağmen yerlerinden kopmayan midyelerin yapışkanını örnek alarak bir jel ürettikleri açıklandı. Damarlarda akan kana rağmen yapışkanlığını koruyacak bu jelin, yırtılma riski olan zayıf damarları güçlendirebileceği ve stent takılmasının ardından damarda oluşabilen enflamasyonu önleyebileceği belirtiliyor. Midyeler, uçlarında yapışkan olan ince iplikçiklerle kayalara, gemilere tutunuyor. Kumun aşındırıcı etkisine, dalgalara dayanıklı olan iplikçiklerin sert ve yumrulu bir tabakayla kaplı oldukları, yüzde 100 gerildiklerinde dahi çatlamadıkları belirtiliyor.
Ağaçkakan hikmeti
Gagalarını saniyede 18-22 kez ağaca vurdukları halde beyin sarsıntısı geçirmeyen ağaçkakanların kafasındaki şok hafifletici yapılar da bilim insanlarına yol gösterdi. Kaliforniya Üniversitesi'nden araştırmacılar, düşen uçakların uçuş bilgilerinin kaydedildiği kara kutuları çok iyi koruyacak bir sistem geliştirdi. Yaptıkları koruyucu sistemi, içine koydukları mikro elektronik cihazla birlikte bir kurşunun içine yerleştirdikten sonra havalı tabancayla aliminyum duvara ateş ettiler. Sonuç mu? Sistem 60.000g'ye kadar darbeden koruyordu. (60.000g, yerçekiminin 60.000 misli kuvvete maruz kalması demek!)
Bazı temel gıdaların ortaya çıkiş tarihçesi
Tarih: 19 Şubat 2013
1. Giriş
Bu çalışmanın amacı, günlük hayatımızda önemli yer tutan bazı gıdaların kökenleri, ortaya çıkış zaman ve yerleri hakkında mevcut bilgileri derleyerek tüketicilere bilgi sunmaktır.
2. Unlu ürünler
2.1. Ekmek
Tüm dünya ülkelerinde ve ülkemizde, tahıl ürünleri ve özellikle de ekmek beslenmede ön sıradaki yerini korumaktadır. Tüketimi, ekonomik ve sosyal koşullara bağlı olarak değişim gösterse de ekmeğin, gelecekte de önemini sürdüreceği kuşkusuzdur. M.Ö. 4300 yıllarında değirmencilik ve fırıncılığın var olduğu, yapılan kazılardan anlaşılmıştır. M.Ö. 4000' lerde ise Babillilerin, fırınlarda ekmek pişirdiğini ileri süren araştırmalar mevcuttur. Mayalı ekmek, M.Ö. 1800 yıllarında Eski Mısırlılar tarafından tesadüfen keşfedilmiştir. Mısırlıların ekmeğin zenginleştirilmesinden haberdar oldukları, ekmeğe bal, hurma gibi maddeler kattıkları belirlenmiştir. Ekmek yapım sanatı Eski Mısır'dan Akdeniz ülkelerine yayılmıştır. Eski Yunanlılar ekmek yapımını M.Ö. 8.yüzyılda Mısır'lılardan öğrenmiştir. Daha sonra Roma' lılar zamanında ekmekçilik oldukça gelişmiş ve büyük ticari fırınlar yapılmıştır. Orta Avrupa' ya ve Avrupa' nın diğer ülkelerine ekmek yapma sanatı çok sonraları güneyden yayılmıştır. Ekmek yapımında çavdar ve diğer tahılların kullanımına ise daha sonra başlanmıştır. Avrupa' da 15. y.y' da beyaz ekmek üretimine geçilmiş fakat o devirde bu ekmeği ancak zengin sınıf yiyebilmiştir. Ülkemizde hem beslenme alışkanlıkları ve hem de ekonomik yapı nedeniyle ekmeğin diyetteki önemi, gelişmiş ülkelere kıyasla daha fazladır. Bugün günlük kalorinin yarıdan fazlasının, proteininde üçte ikisinin tahıl ve ürünlerinden sağlandığı tahmin edilmektedir. Görülüyor ki; dünyada ekmeğin önemi eski çağlarda olduğu gibi günümüzde de sürmektedir (ÖZKAYA, 1992).
2.2. Bulgur
Bulgurun bilinen tarihi M.Ö. 4000 yıllarına kadar dayanmakta ve merkez olarak Anadolu ve civar ülkelerin geleneksel bir gıdası olarak bilinmektedir. Bulgur, özellikle Türkiye, İran, Irak, Suriye, Ermenistan ve Mısır gibi ülkelerde yoğun olarak tüketilmektedir. Bulguru sanayi sektörüne ve fabrikasyon üretime taşıyan ilk ülke Türkiye'dir. Türkiye' de bulgur üretimi yapan ilk fabrika, Birinci Dünya Savaşı sırasında kurulmuştur. Daha sonra yöre insanlarının 1950 ve 60'lı yıllarda Amerika'da bulguru tanıtmaya başlaması ve ilk fabrikaları açmaları ile birlikte bu ülkede bulgur, üzerinde durulan bir ürün haline gelmiştir. Amerikalılar bulgurun ticari yapısını genişletmek için Hindistan'da ve diğer pirinç türevi ürünleri seven ülkelerde tanıtma büroları açmış, askeri amaçlarla stoklamış, ve menülerine almışlardır. Türkiye ise bu gelişimi geriden izlemiştir. Gerçekte bu sektörde sanayileşmeye erken başlanmış, fakat yeterince tanıtım yapılamamıştır. Cumhuriyet dönemi ile birlikte sanayileşme yoluna giren ülkemizde, aile şirketleri bulgur sektörüne el atmıştır. Bu fabrikalar genellikle Karaman, Gaziantep, Çorum, İçel gibi hammaddeye yakın illere kurulmuştur (BAYRAM, 1996).
2.3. Tarhana
Tarhana, Türkler tarafından Orta Asya'da yaşadıkları dönemden bu yana bilinen ve sevilerek tüketilen geleneksel bir gıda maddesi olup, Orta Asya' dan göç eden Türkler ve Moğollar tarafından Anadolu, Orta Doğu, Macaristan ve Finlandiya' ya getirilerek tanıtılmış ve bu ülkelerde de tüketilmeye başlanmıştır. Bu geleneksel gıdamız bugün Arap ülkelerinde "Kishk", Macaristan'da "Tahonya", Finlandiya'da ise "Talkuna" olarak bilinmektedir (TEMİZ ve PİRKUL, 1990). Ülkemizde daha çok kırsal kesimde ve ev ölçeğinde üretilen, çoğunlukla kış aylarında kahvaltı sofralarının vazgeçilmez yiyeceği olan tarhananın; endüstriyel boyutlu üretimi son yıllarda artış göstermeye başlamıştır. Değişik bölgelerimizde bileşimleri ve üretim teknikleri farklı bir çok tarhana çeşidi üretilmektedir (TAMER ve ark., 2004).
2.4. Makarna
Makarnanın dünyada ilk defa İtalya' da üretildiği söylense de, makarna yapımına ilk kez Çin veya Japonya' da başlanmıştır. Uzakdoğu' dan Avrupa' ya gelen makarna, tüketicilerin beğenisi nedeniyle üretilmeye başlanmış ve 1800 yılında ilk kez İtalya'da küçük makarna makineleri geliştirilmiştir. Otomatik vakumlu kontinu preslerde ekonomik ve hijyenik bir şekilde makarna üreten entegre tesisler, makarna üretimini kolaylaştırmıştır. Ülkemizde böyle tesislerin sayısı giderek artmaktadır. Türkiye'de makarna sanayinin başlangıç tarihi 1922 olarak kabul edilmektedir. 1950 yılından sonra gelişme gösteren sektörde, gün geçtikçe sayıları artan ve belirli bölgelerde yoğunlaşmış fabrikalarda üretim yapılmaktadır (ÜNAL, 1991).
2.5. Bisküvi
Bisküvi, kelime olarak Latince iki kat pişirme anlamına gelen "biscocotus"dan türemiştir. Türkiye'de bisküvi üretimine 1924 yılında küçük imalathanelerde son derece ilkel şartlarda başlanmıştır. O yıllarda bisküvi hamuru elle çalışan preslerde şekillendirilip, odunla ısıtılan fırınlarda pişirilmiştir. 1932 yılında imalathane sayısı 4 iken, 1941 yılında un kıtlığı nedeniyle bisküvi üretimine bir süre ara verilmiş, 1956 yılında ilk bantlı fırın İngiltere'den ithal edilerek İstanbul' da faaliyete geçmiştir (AKIN, 1999).
3. Fermente Ürünler
3.1. Sofralık zeytin
Zeytin yetiştiriciliğinin doğuşu konusunda net bir bilgi bulunmamakla birlikte, Akdeniz havzasındaki medeniyetlerin yakınında başlamış olduğu söylenebilir. Zeytin yetiştiriciliği yaklaşık 6.000 yıl önce Anadolu' da başlamıştır. Oleacea familyasının bir üyesi olan zeytinin (Olea europaea L.) anavatanı, Güneydoğu Anadolu Bölgesini de içine alan Yukarı Mezopotamya ve Güney Ön Asya'dır. Anadolu' da özellikle Kilikya ovasında (Adana civarı), zeytin yetiştiriciliği yapıldığı konusundaki veriler, Hitit metinlerinde yer almaktadır. Zeytinin ilk kez kültüre alınışı ve ıslahı Samiler tarafından gerçekleştirilmiştir (ANONİM 1997). Arkeolojik bulgular arasında ve özellikle batık gemilerden çıkartılan sağlam şekilde kalabilmiş olan amforalar zeytin ve zeytin yağının buğday ve şarap ile beraber ticareti yapılan üç üründen biri olduğunu göstermektedir (AKTAN ve KALKAN, 1999).
3.2.Turşu
Turşu üretimine ne zaman başlandığı hakkında kesin bir belge olmamasına karşın, çok eski tarihlere dayandığı düşünülmektedir. İnsanların sirke veya tuzu tanımalarından sonra turşu üretimine başlamış olabileceği kabul edilmektedir. Gıdaların fermentasyonla dayanıklı hale getirilmesi, oldukça karmaşık ve belli bilgi birikimini gerektiren bir yöntem olmakla birlikte; bira, şarap ve sirke gibi fermente ürünlerin M.Ö. 7000' lerde üretildiklerine dair bulgulara rastlanılmaktadır (AKTAN ve ark., 1998). M.Ö. 3. y.y.' da Çin Seddi' nin yapımı sırasında işçilerin fermente olmuş, asitli sebze karışımları tükettiğine dair kayıtlar bulunmaktadır (MACRAE ve ark., 1993). Ülkemizde önceleri ev ölçeğinde olan üretim, daha sonra ticari amaçla yapılmaya başlanmıştır. Bugün ülkemiz dünyada önemli bir turşu üreticisidir. Turşu çeşitleri arasında üretimi en yaygın olan hıyar turşusudur. Türkiye' de turşuluk hıyar üretiminin tarihi ise oldukça yenidir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Fransa' dan getirilen tohumlar ile Bursa' nın Orhangazi ilçesi Gedelek köyünde turşuluk hıyar yetiştiriciliğine başlanmıştır (AKTAN ve ark., 1998).
3.3. Sirke
Sirke insanlar tarafından çok eski dönemlerden beri tanınmış olan bir fermentasyon ürünüdür. Başlangıçta alkollü içkilerin kendiliğinden asetik asit fermentasyonuna uğramaları, yani sirkeleşmeleri arzu edilmeyen bir durum olarak görülmekteydi. Çünkü şarap ve bira gibi içkiler açık bir kapta kendi haline terk edildiğinde sıvının yüzeyinde birkaç gün sonra sirke bakterilerinden bir zar meydana gelip, şarap veya biranın bozulmasına neden olmaktaydı. Fakat daha sonraları insanlar bu olaydan faydalanmasını öğrenmişler ve zamanla sirkeye de gereksinim duyarak olayın mekanizmasını incelemişlerdir. Bulunan eski eserlerden Sümerlerin, Asurluların, Etilerin, İranlıların, eski Mısırlıların ve nihayet eski Yunanlıların sirke yaptıkları anlaşılmaktadır. Doğada yalnız sirkede rastlanılan sirke solucanı M.Ö. 3000 yıllarına ait eski Mısır küpündeki tortuda bulunmuştur. İncilin bazı yerlerinde sirkeden bahsedilmiş ve sirke içinde kalker gibi kireçli maddelerin kolayca çözüldüğü kaydedilmektedir. Kleopatra'nın büyük inci danelerini sirkede eritip sofrada ikram etmeyi sevdiği ve Anibal' in de Roma' ya yürüyüşünde ordularının Alp Dağları' nı geçmesi için kayaları keskin sirke ile eritip yol açtığından kaynaklarda bahsedilmektedir (AKTAN ve KALKAN, 1998).
3.4. Boza
Boza ve benzeri içkilerin 8000-9000 yıllık geçmişi vardır. Orta Asya' da Türkler bozayı çok eski zamanlardan beri bilip, içmişlerdir. Türkler Orta Asya' dan çeşitli yerlere göç ettikleri ve daha sonra Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin genişleme tarihlerinde gittikleri yerlerin halkına boza yapmasını öğretmişler ve bugünkü coğrafi yayılışını sağlamışlardır (PAMİR, 1961). Boza Osmanlı döneminde en parlak yıllarını yaşamıştır. Bozanın, besleyici ve enerji verici özelliği nedeniyle orduda da tüketildiği bilinmektedir1. 16. yüzyıla kadar rahatça içilen bu içeceğe II. Selim döneminde bir takım kısıtlamalar getirilmiştir. İçine afyon katılarak üretilen "Tatar Bozası" II. Selim tarafından yasaklanmıştır (DÜLER, 2002). Bu yasağın o devirde yapılan bozalarda alkolün yüksek olmasından ileri gelebileceği bildirilmiştir (TÜRKER, 1974). Osmanlı Devletinde bozahaneler meyhaneler gibi kullanıldığından dolayı zaman zaman kapatılmışlardır (ÖCALAN, 2002). IV. Sultan Mehmet' in 1670 yılında getirdiği içki yasağı ile birlikte bozanın da keyif verici bir içecek olduğuna karar verilmiş ve bozahaneler kapatılmıştır (DÜLER, 2002; ÖCALAN, 2002). 19. y.y'da ekşi ve alkollü bozanın yerini, giderek tatlı Arnavut bozası almıştır. Çünkü bu boza çeşidi saray tarafından daha çok sevilmiştir (DÜLER, 2002). Bozanın ilk üreticileri Türkler olmakla birlikte, konunun araştırılması ülkemizde ihmal edilmiş, bu da bozayı bazı Avrupa ülkelerinin kendi ulusal ürünleri olarak tanıtmalarına olanak sağlamıştır (UYLAŞER ve ark., 1998).
BESİNLER VE VİTAMİNLER
Tarih: 08 Şubat 2013
Vücudumuzun yapı taşları, vücudumuza giren besinlerden oluşuyor. Genç kalmak isteyen, pürüzsüz cilt isteyen, sağlıklı bir beden isteyen burada verilen rehberi iyi incelemeli. Kabağın K vitamini, brokolinin şifa deposu olduğundan haberiniz var mı? Bu soruların yanıtını bilirseniz, evinize vitamin ve şifa dolu bir fileyle dönebilirsiniz.
Medical Park Fatih Hastanesi'nden Diyetisyen Sevil Nas Can; çok sık tükettiğimiz, marketten ve pazardan aldığımız meyve ve sebzelerin besin değerleri h akkında bilgiverdi:
ELMA: C ve E vitamini, folik asit, pektin ve flovonoid içerir. Bağırsak sisteminin korunmasında faydalı ve posadan zengindir. Kolesterol düşürücü etkisi vardır. Kan şekerini kontrol altında tutar ve vücut direncini artırır. Kas ve eklem ağrılarının azalmasına yardımcı olur.
KABAK:K ve C vitamini içerir. Kanın pıhtılaşmasını düzenler. Kemik gelişimini sağlar. Böbrek fonksiyonlarında faydalıdır.
ARMUT:Fosfor, kalsiyum ve potasyumdan zengindir. Kalp kaslarının düzenli çalışmasına fayda sağlar. Tansiyon ayarlamasında etkilidir. Posadan zenginliği nedeniyle bağırsakları çalıştırır.
DUT:Kalsiyum, C ve B vitamini ile bol lif içerir. İdrar söktürücü ve bağırsak çalıştırıcıdır.
KİRAZ:Kalsiyum, fosfor ve C vitamini içerir. Diş çürümesini önlemede faydalıdır. İdrar söktürücüdür. Vücudun su dengesini sağlar.
KESKİN GÖZLER İÇİN YENİ DÜNYA
ERİK:A ve C vitamini ile kalsiyumdan zengindir. Bağırsak çalıştırıcı ve direnç artırıcıdır.
YENİ DÜNYA (MALTA ERİĞİ): A vitamini deposudur. Görmeye ve büyümeye faydalıdır.
İNCİR:Bol posa, kasiyum, fosfor ve magnezyum içerir. Sindirime yardımcıdır. Kemik ve diş sağlığına etkilidir.
ÜZÜM:Potasyum ve C vitamini deposudur. Sindirim sistemi üzerinde faydalıdır. Vücudun savunma mekanizmasını güçlendirir.
HİNDİBA:Potasyum, folik asit, C, A ve E vitamini içerir. Demir içeriğiyle kansızlığa iyigelir. Yüksek lif içeriğiyle bağırsakları çalıştırır. Toksin atıcı ve idrar sökücüdür. İştah açıcı özelliği vardır.
ANANAS: Potasyum, fosfor, demir, A ve C vitamini içerir. Toksin atıcıdır. Bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar. Cilt sağlığında etkindir. Zindeliği artırır.
HAVUÇ:A, B, D ve E vitamini kaynağıdır. Cilt ve kemik sağlığında, hücre yenilenmesinde faydalıdır. Saç dökülmesini azaltır ve saçı canlandırır.
KANSERE KARŞI ŞALGAM VE SOYA
SALATALIK: A, B ve C vitamini ile fosfor ve selenyum deposudur. Güçlü bir antioksidandır. Cildi nemlendirir. İdrar yolları enfeksiyonlarında faydalıdır. Bol miktarda posa içermesinden dolayı barsak çalıştırıcıdır. Sakinleştirici etkisi vardır ve toksin atıcıdır.
ŞALGAM:C vitamini, potasyum ve magnezyum içerir. Yüksek tansiyona iyi gelir. Lif içeriğiyle bağırsak çalıştırıcıdır. Antioksidan özelliği ile kansere karşı koruyucu etkileri vardır.
SOYA:A vitamini, folik asit, doymamış yağ asitleri, demir ve yüksek oranda lif içerir. Kalp sağlığını korur. Tansiyona iyi gelir. Bağırsak çalıştırıcıdır. Antioksidan özelliği ile kansere karşı koruyucudur. Kemikleri güçlendirir.
KUŞBURNU:A, C, D ve E vitamini yönündenzengindir. Antioksidandır. İdrar yolları enfeksiyonlarında etkilidir. Bağırsak çalıştırır. Enfeksiyonlara karşı vücudu korur. Güçsüzlük ve halsizliğe iyi gelir.
BROKOLİ:A, C, E, B1 ve B2 vitamini ve bol miktarda posa içerir. Kalp hastalıklarına karşı korucudur. Prostat ve kolon kanseri riskini azaltır. Demir ve folik asitten zengindir. Kansızlığa faydalıdır.
SOĞAN VE SARIMSAKTAN ŞAŞMAYIN
MARUL:A, B ve E vitamini içerir. Sinir sisteminde faydalıdır. Büyüme ve gelişmede, cilt ve saç sağlığında olumlu etkileri vardır.
SOĞAN: A, B ve C vitamini ile fosfor ve kükürtten zengindir. Doğal antibiyotiktir. Bronş açıcı, bağırsak çalıştırıcıdır. Dayanıklılığı arttırır. Kemik ve diş sağlığında faydalıdır.
SARIMSAK:A, B, C ve E vitamini ile sakaroz içerir. Yaşlanmayı geciktirir. Kireçlenmede faydalıdır. Yüksek tansiyonu ayarlar. Doğal antibiyotiktir. Ödem sökücüdür. Damar gelişimindefaydalıdır.
KEREVİZ:A ve E vitamini ile folik asit ve potasyum içerir. İdrar söktürücüdür. Sindirimi kolaylaştırır. Sinir sisteminde yatıştırıcı etkisi vardır.
KARPUZLA KUM DÖKÜN
KARPUZ:A ve C vitamini ile fosfor ve potasyum içerir. Böbrekteki kum ve taşların atılmasında faydalıdır. Toksin atıcıdır. Sıvı ihtiyacının karşılanmasına da katkısı vardır.
KAVUN:A vitamini, potasyum ve folik asitten zengindir. Damar tıkanıklığında, bağırsakların çalışmasında etkilidir. Göz sağlına fayda sağlar.
BRÜKSEL LAHANASI:C ve B vitamini ile kalsiyum ve demirden zengindir. Kalp sağlığına ve kansızlığa iyi gelir. Kas gelişiminde faydalıdır. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Yüksek tansiyonu düşürmede fayda sağlar.
LAHANA:Folik asit, A, B ve E vitamini yönünden zengindir. Güçlü antioksidandır. Mide rahatsızlıklarında ve hazımsızlık gidermede faydalıdır. Toksin atıcıdır.
PAZI:A ve C vitamini ile folik asitten zengindir. Beden güçlendiricidir. Demirden zengin olması sebebiyle kansızlığa iyi gelir. Bol posa içerir. Bağırsak rahatsızlıklarında faydalıdır.
KARNABAHAR:Potasyumdan zengindir. C vitamini içerir. Kalp hastalıklarında ve tansiyon düşürmede faydalıdır.
EMZİREN ANNEYE YER ELMASI
YER ELMASI:İnsülin ve glikoz içerir. Emziren annelerde süt artırıcı etki yapar. Böbreklerin düzenli çalışmasına yardımcı olur. Cilde faydalıdır.
PIRASA:Demir, kalsiyum ve potasyum içerir. İdrar sökücüdür. Bronş açıcıdır. Sindirimi kolaylaştırır.
PATATES:C ve B vitamini ile fosfor ve potasyumdan zengindir. Hazımsızlığı giderir. Mide rahatsızlıklarında faydalıdır. Kalp üzerinde olumlu etkileri vardır. Nişasta içeriğinden dolayı kan şekerinin hızla yükselmesine sebep olabilir.
ENGİNAR:Bol posa içerir. Kalsiyum, potasyum, magnezyum, A ve C vitamini içerir. Karaciğer ve safra kesesi sağlığını korur. Sindirimi kolaylaştırır. Böbreklerin çalışmasını düzenler. Toksin atıcıdır.
KOLESTEROL DÜŞMANI TAZE FASULYE
TAZE FASULYE:Folik asit, potasyum, A ve C vitamininden zengindir. Kötü kolesterolün düşmesinde yardımcıdır. Antioksidan özelliği vardır.
AVOKADO:Potasyum, magnezyum, A ve E vitamini içerir. Lif oranı yüksektir. Kabızlığa iyi gelir. Kalın bağırsak ve hemoroit için faydalıdır. Yüksek tansiyonu düşürücü etkisi vardır.
BAMYA:A, B ve C vitamini içerir. Sindirime yardımcıdır.
BÖRÜLCE:Kalsiyum, posa, potasyum ve A vitamini içerir. Kolesterolün ve tansiyonun düşmesinde faydalıdır. Kabızlığa iyi gelir.
AYVA:A, B ve C vitamini içerir. Mideyi rahatlatır. İshale karşı korucudur. Cilde faydalıdır.
BAKLA:A ve C vitamini içerir. Lif yönünden zengindir. Kabızlığa iyi gelir. Kolesterole ve kansere karşı koruyucudur.
ISPANAK:B ve C vitamini ile magnezyum ve çinkodan zengindir. Cilt sağlığına, sinir sistemine, sindirime, göz sağlığına, büyümeye ve gelişmeye faydalıdır.
DAMAR SERTLİĞİNE KARŞI MISIR
MISIR: Protein, A, B ve C vitamini yönünden zengindir. Damar sertliğine ve kolesterole faydalıdır. İdrar söktürücüdür. Böbreklerin düzenli çalışmasında fayda sağlar.
MUZ:B6 vitamini ve potasyumdan zengindir. Hücre yenilenmesinde ve bağışıklık sisteminin güçlenmesinde faydalıdır. Elektrolit dengesini sağlar.
KAYISI:A, B ve C vitamini içerir. Cilt, göz ve bağışıklık sistemine fayda sağlar. Kemik gelişimini arttırır. Kansızlığa iyi gelir. Kas ve sinir sistemini güçlendirir.
VİŞNE:A vitamini ve potasyumdan zengindir. İdrar söktürücüdür. Karaciğer ve mide üzerinde olumlu etkileri vardır.
ŞEFTALİ:C vitamini, potasyum ve posadan zengindir. Hazmı kolaylaştırır. Sinir sistemine faydası vardır. Vücudun savunma sistemini güçlendirir.
SAĞLAM DİŞLER İÇİN AHUDUDU
AHUDUDU:Folik asit, C, E ve A vitamini içerir. İştah açıcı ve idrar sökücüdür. Diş sağlığına iyi gelir. İshali önler ve ateş düşürücüdür.
DOMATES:Folik asit, magnezyum, potasyum, B ve A vitamini içerir. Hücre yenilenmesinde, bağışıklığın artmasında, kemik ve kas gelişiminde etkilidir.
PATLICAN:B1, B2, C ve A vitamini içerir. Sinir sistemine iyi gelir. Cilt sağlığına ve bağışıklık sistemine faydalıdır.
TRABZON HURMASI:A ve C vitamini ile potasyumdan zengindir. İshal koruyucudur. Göz ve cilt sağlığına olumlu etkileri vardır.
C VİTAMİNİ DEPOLARI EN GÜÇLÜ ANTİOKSİDANLAR
PORTAKAL:C vitamini ve flovanoid denilen antioksidan deposudur. Kansızlığa iyi gelir. Kalp ve atardamarları korur. Kolesterol düşürücüdür. Bağışıklık sistemini güçlendirir.
NAR:C vitamini, demir ve potasyum deposudur. Çok güçlü antioksidandır. Kansere karşı koruyucudur.
MANDALİNA:C ve A vitamini ile potasyum yönünden zengindir. Hastalıklara karşı vücudun direncini arttırır. Yüksek tansiyonu düşürmeye yardımcı olur. Damar sertliğine faydası vardır. Güçlü bir antioksidandır.
GREYFURT: Folik asit, potasyum ve C vitamini kaynağıdır. Hücre yenilenmesinde ve büyümesinde etkilidir. Güçlü antioksidandır. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Damar sertliğine faydası vardır.
KİVİ YILLARA MEYDAN OKUR
KİVİ:C vitamini deposudur. Yaşlanmayı geciktirir. Güçlü antioksidandır. Alerjiye karşı bağışıklığı arttırır.
ÇİLEK:A, C ve E vitamini ile folik asitten zengindir. Kas ve eklem ağrılarında faydalıdır. Cilde iyi gelir. İdrar sökücüdür.
YEŞİL BİBER:C vitamini yönünden çok zengindir. Güçlü bir antioksidandır.
LİMON:Yüksek oranda C vitamini içerir. İskorbüt hastalığına iyi gelir. Güçlü antioksidandır. İdrar sökücüdür. İdrar yolları iltihabında faydalıdır.
MAYDANOZ:Çok yüksek oranda C vitamini içerir. Ayrıca folik asit, A ve E vitamini yönünden zengindir. Büyüme, kemik ve diş sağlığı gelişiminde etkindir.
MANGO:A ve C vitamini yönünden hayli zengindir. Göz ve cilt sağlığına iyi gelir. Antioksidan özelliği ile kansere karı koruyucudur.
PEPİNO: C vitamini, fosfor ve potasyum kaynağıdır. Eklem romatizmasında, kemik gelişiminde ve hemofili hastalığında etkilidir.
Müzmin öksürükler için pratik bir çözüm!
Tarih: 05 Şubat 2013
Ayak tabanlarımızın yağı emen özel bir yapısı vardır. Bu nedenle eğer tabanınıza örneğin sarmısak sürerseniz yaklaşık 20 dakika sonra tadını ağzınızda alırsınız. Bunu bulan bilim adamları nedenini bilmiyor henüz ama bu etki bize bir tedavi olarak geri dönüyor.
Özellikle çocuklarda (ve tabii büyüklerde) gece uyutmayan şiddetli öksürük durumunda ayak tabanınıza güzelce Vicks merhemi veya vivasan 33 ot balsam dan sürün ve kalın bir çorap giyin. Beş dakika içinde öksürüğün kendiliğinden geçtiğini göreceksiniz. Her zaman %100 çalışır ve çocuklara ağır öksürük ilaçları vermekten daha etkilidir."
2012 bitti ama dönüşüm devam ediyor...
Tarih: 13 Ocak 2013
- Tüm savaşlar bitecek. Kimse birbirine saldırmak istemeyecek, kimse kimseyle uğraşmayacak, herkes sakin, mutlu, huzurlu şekilde yaşayacak.
- Çalışılarak kazanılan değil sadece varolduğumuz için bize hediye edilen doğal bolluğun farkına varacağız ve her şey çok bol olacak. İhtiyacımız olan her şeye bol bol sahip olacağız.
- Madde dünyası son bulacak; kimse maddeye gereğindne fazla değer veremeyecek.
- Öfke, korku, acı, sıkıntı, stres, yetersizlik, eksiklik, tüm bu saçmalıklar, ilüzyonlar yokolacak.
- 2012’e kadar herkes hızlanarak AYDINLANMA prosesine devam edecek. Şu anda da hergün milyonlarca insan uyanıyor. 2012’de ise artık aydınlanmamış, uyanmamış, bilge olmayan bir tek kişi bile kalmayacak.
- BİLGELİK kavramının artık aranan veya elde edilmeye çalışılan bir şey değil herkesin sahip olduğu bir özellik olacak.
- Konuşarak değil bakışarak anlaştacağız, yaşam çok daha kolay, rahat, huzur, mutluluk, tatmin dolu olacak.
- İçinde yaşadığımız evrenin titreşimi o kadar yükselecek, o kadar pozitif hale gelecekki hiçbir negatiflik barınamayacak.
- Maddeye, maddesel dünyaya gereğinden fazla değer veren bir tek kişi bile kalmayacak.
- Herkes özgürleşecek, güçlenecek, para ve madde insanları satın alamayacak.
- Herkes daimi olarak mutlu, huzurlu, tatmin olacak; bu nedenle hiç kimse mutlu olmak, huzur bulmak, veya titreşimini yükseltip rahatlamak için içkiye, sigaraya veya uyuşturucuya ihtiyaç duymayacak. Tüm madde bağımlılıkları sona erecek.
- Maddesel dünya anlayışı sona erecek. Herkes RUHSALLIĞININ, GERÇEKTE KİM OLDUĞUNUN FARKINDA olarak yaşamaya devam edecek.
- Yaşam RUHUN YANSIMASI olacak.. Tertemiz duyguların, düşüncelerin, RUHSAL seviyedeki tüm güzelliklerin yansıması.. CENNET yani..
- İyilik, güzellik, doğruluk ve ruhun doğal özellikleri dışında hiçbirşey tecrübe edilemeyecek, varolamayacak.
Yağ Yaktıran Gıdalar
Tarih: 08 Ocak 2013
Yağ Yaktıran Gıdalar;
Bugüne kadar kilo vermek için birçok diyet yöntemi deneyip başarısız olduysanız, neden doğal yolları ve yiyecekleri denemiyorsunuz?
Kilo vermek için mucize bir yol olmamasına rağmen, zayıflamak için Reader's Digest dergisinde yer alan haberdeki vücudunuzun yağ yakma potansiyelini artıran 15 gıda maddesini tüketebilirsiniz.
Az yağlı süt, az yağlı yoğurt ve peynir:
Bunların ortak sırrı içerdikleri kalsiyumdan gelmektedir. Nutrition Reviews isimli dergide yer alan 100 ün üzerinde araştırmanın yeniden gözden geçirilmesiyle bol kalsiyum alımıyla iyileşen vücut niteliği arasında güçlü bir bağ bulundu.
Yulaf, arpa:
Bunların sırrı ise liflerde yatıyor. American Journal of Clinical Nutrition isimli dergideki araştırmaya göre, akşam yemeğinde beyaz pirinç yerine büyük bir tabak lezzetli arpa ile göbeğinizdeki yağlardan kurtulabilirsiniz.
Yeşil çay:
İçerdiği kateşin maddesi metabolizmayı ve karaciğerin yaktığı yağ oranını hızlandırıyor. Bunun etkisinden yararlanmak için günde 4-6 bardak yeşil çay için ve her hafta en az 3 saat egzersiz yapın.
Yumurta:
İçeriğindeki yoğun sayesinde yumurta, kilo vermenize yardımcı olur. Öncelikle vücudunuz proteinli yiyecekleri parçalamak için daha fazla enerji kullanıyor. Ayrıca protein kas kütlenizi tutmaya yardımcı oluyor, kaslarınız yağdan fazla kalori yakıyor. Sonuç olarak, protein sizi karbonhidratlardan daha fazla tok tutuyor.
Ceviz, badem:
İçerdiği iyi yağlar, lif ve protein vücudun insülin direncini artırır, kilo vermeye yardımcı olur. Ceviz, en iyi omega-3 yağ asit kaynağından biridir. Badem ise kemik şekillenmesinde ekstra fayda sağlar.
Somon:
Newcastle Üniversitesi'nde düzenlenen araştırmada, somon balığında bulunan omega-3 yağ asitlerinin yağ kütlesini azalttığı belirtildi. Diğer araştırmalar da, omega-3 yağ asitlerinin sizi tok tuttuğunu ve yağlı balık yedikten sonra 2 saat sonra daha tok hissettiğinizi gösteriyor. Haftada en az iki kez somon, uskumru, konserve ton balığı veya eğer bulabilirseniz' kuzey denizlerinde yaşayan Ringa balığı gibi diğer yağlı balıklardan tüketin.
Elma, Armut, dolmalık biber:
Bu gıdaların içerdiği ve bitkisel gıdalarda bulunan doğal kimyasal olan flavonoidlerin yağ yakma etkisi bulunuyor. American Journal of Clinical Nutrition isimli dergide yayınlanan araştırmaya göre, çok flavonoid tüketen kadınların vücut kütle indeksleri önemli ölçüde düşüyor. Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde de flavonoidlerin kalori tüketimini artırdığı, vücuttaki yağ yakışını hızlandırdığı bulundu.
Keten tohumu:
İçerdiği lignan maddesi sayesinde keten tohumu, menopoz sonrası kadınlarda daha az vücut yağı ve vücut kütle indeksi sağlıyor. Her gün kahvaltılık tahılınıza, yoğurdunuza ya da salata sosunuza bir yemek kaşığı keten tohumu ekleyebilirsiniz.
Sirke:
Araştırmacılar, sirkenin vücudun yağları parçalamasına yardımcı enzim üreten genleri harekete geçirdiğini söylüyorlar. Sütle ya da sodayla seyreltebileceğiniz yaklaşık bir yemek kaşığı sirkeyi her gün içiniz.
Sağlıklı Beslenme Adına Ne Ararsanız Burada
Tarih: 13 Eylül 2012
BESLENMEDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR;
1. BAŞLICA HASTALIK SEBEPLERİ
Fazla yemek: Çok yemek yenildiği zaman midenin daha çok enzime ihtiyacı olur. Enzimleri yapmak vücut için çok güçtür ve kıymetli maddeler gerektirir. Normal bir insan için 250 gr yemek yeterlidir. Bunu hazım etmek için kalp hiç zorlanmadan rahat çalışır. 2 kat yemek yenirse, kalbin yemeği hazım ettirmesi ve fazlalıkları çıkarttırması için 4 kat daha fazla çalışması gerekir. Bu da kalp için çok ağırdır. Mesela bir araba düzgün bir yolda hiç zorlanmadan harcadığı benzinin 2 katını taşlı, bozuk, dik yolda harcar. Mesafe aynı ama harcadığı benzin farklıdır. Böyle zorlanarak devamlı çalıştığında motor harap olduğu gibi insanın kalbi de devamlı ve çok çalışmaktan harap olur ve çabuk eskir. Genç insanlarda organlar kuvvetli olduğu için yenilen yemekleri hazım edebilir ve fazlalıklarını çıkarabilir. Fakat organların üzerine fazla yük bindiği için çok çalışmaktan çabuk eskir, kuvvetini kaybeder, zamanla fazlalıklarını çıkaramaz olur, depo yapar, vücudu yağ ve kireç toplamaya başlar.
Karışık yemek: Birbirine uygun olmayıp, hazım için ayrı enzim isteyen yemekler karışık yenirse hazım olunmaz çürür veya mayalanır. Örnek olarak karbonhidratlar ve proteinler birbirine zıt düşer. Çünkü bunların parçalanabilmesi için her ikisinin ihtiyaç duyduğu enzimler birbirine zıttır. Bu zıtlık her iki enzimin birbirini yok etmesini sağlayarak, hazmın gerçekleşmesini engeller ve böylece hazım yapılmayınca çürüme başlar. Hazım olunamayan yemek, bağırsakta toplanır ve zamanla bağırsağı genişleterek cepler oluşturur. Bu ceplerin içinde dışkısal taşlar toplanır ve yıllarca orada saklanır. Böylece bağırsağın duvarları kanalizasyon boruları misali zehirli artıklarla kaplanır. Buna bağlı olarak bağırsak ağırlaşır, hareketi yavaşlar ve sonuçta kabızlık meydana gelir. Bu durumda vücudun intoksikasyonu katastrofik şekilde büyür. (vücutta toksin birikmesi katlanarak artar) Vücut çok halsiz kalarak yorulur, gaz ve uyku meydana gelir. Çürümüş yemekler bağırsağı zehirleyerek kana karışır. Kandan bütün organlara ve hücrelere yayılarak onları zehirler ve hastalıklara yol açar. Çürümüş ve mayalanmış yemeklerden oluşan tuzlar vücutta kireçlenme yapar.
Çok sık yemek: Yemeğin hazmını beklemeden bir şeyler yemektir. En hafif yemek 4 saatte hazım olunabilir, yemeğin ağırlığına göre hazım süresi 6–10 saate kadar uzayabilir. Bu zamandan önce bir şey yemeye başlayınca mide hazmını tamamen değiştirir ve midedeki diğer yemekler, karışık yemek gibi, hazım olmadan çürümeye başlar ve hemen gaz ve şişkinlik oluşur.
Taze sebze ve meyveler güneşten aldıkları enerji ile dopdoludur. Vücuda çok enerji verirler ve hazmı kolaydır. Pişirilince güneşten aldıkları enerjiyi tamamen kaybederler. Bu yemekler eskiyince (2–3 saat geçince) hiç bir enerjisi kalmaz toprak gibi olur. Eskimiş ve doğal olmayan hazır yiyeceklerin hazmı çok zor veya imkânsızdır. Yemekler piştikten sonra soğuk olarak yenilebilir (et, yumurta, sebze yemekleri, tatlılar ). Fakat fayda beklememelidir. Beklemiş zeytinyağlı yemeği tekrar ısıtmak mümkün değildir. Mikro dalgalı fırında ısıtmak ise daha tehlikelidir. Fırın çalıştığı sürece mikro dalgalar, dışarıya sızarlar ve insan vücuduna zarar verirler.
Zararlı düşünceler vücutta fazla miktarda hormonlar çıkarır. Bu hormonlar kana karışarak zararlı zehirler çıkmasına sebep olur. Bu zehirler beyindeki su havuzlarını bulandırarak çok sinir yapar ve psikolojik ve diğer hastalıklara sebep olabilir. Sinirli olan insanlarda, karaciğer sertleşmesi, çeşitli kalp hastalıkları ve dalak hastalıkları meydana çıkmaya başlar.
(Hormonlar, suni gübreler, D.D.T ve başka zehirli maddeler) Bu ilaçlar ve D.D.T, kullanan insanların vücudunun hücrelerinde toplanarak bütün hayatı boyunca etki yapıyor. En çok da karaciğer, yumurtalıklar ve beyne zarar veriyor. Belki şimdi D.D.T kullanılmıyor fakat 35–40 yaşlarından büyük insanlarda D.D.T’den meydana gelen hastalıklar hâlâ var. Çünkü önceden kullanılan D.D.T hiç bir şekilde etkisini kaybetmez, bütün hayatı boyunca vücut onu çıkaramaz ve çocuklara da anneden süt ile geçer; çocuklara zarar vermeye devam eder.
Ev temizliğinde kullanılan deterjanlar, mikroplara ne kadar zarar veriyorsa akciğer, karaciğer ve beyne de aynı şekilde zarar verir. Bütün hastalıklara, ayrıca mantara yol açar. Klorlu deterjanlar (Tuz ruhu, çamaşır suyu, kezzap) bağırsak kanserine ve ağır akciğer hastalıklarına sebep olur. Bu kimyasal maddeler nasıl vücudu yıpratır zarar verirse hastalıkları tedavi için kullanılan bütün kimyasal ilaçlar ve haplar da (Ağrı kesici dâhil) vücudu yıpratıyor ve zehirliyor.
Beyaz undan yapılan bütün ekmeklerin hazmı ağırdır, kanda asit yapar, toplardamarda tıkanıklığa sebep olur (varis). Mayalı ekmek kat kat ağır ve zarardır, sıcak yendiğindeyse tam zehirdir. Bütün hastalıkların meydana gelmesi için mayalı sıcak ekmek yeterlidir.Sağlıklı ve vücuda hayat veren ekmekler kepekli undan yapılan yufkalar veya natürel mayayla (Ömer otundan) yapılan ekmeklerdir. Bunlar yapılamazsa hamur turuşla da yapılabilir. Hamur turuş: Mayalanmış hamurdan bir parça ayrılıp bir daha hamur yapılıncaya kadar saklanır. Tekrar hamur yapılacağı zaman maya olarak bu parça kullanılır. Bu hamurdan da bir parça saklanıp tekrar hamur yapana kadar bekletilir. O zaman zararı tam kaybolmaz fakat azalır, hamur turuşla yapılan hamur biraz geç kabarır.
Yağ gliserin ve organik asitten oluşur. Yağ kızartıldığı zaman asit ayrılarak serbest kalır ve zehir olur. Karaciğer hastalıkları ve bağırsak kanserine sebep olur. Bütün kızartılmış yağlar kanserojendir. Patates kabuğu ile birlikte, hiç kullanılmamış yağda kızartılıp hiç bekletmeden bazen yenilebilir. 1.5 saatten sonra zehir olur. Kızartma yağını 1 defadan fazla kullanmak mümkün değildir.
- Balık
- Zeytinyağı
- Yer fıstığı, ceviz, kabak çekirdeği, badem, hardal (sirkesiz), kedi otu, ginseng, kuşburnu, papatya, kahve, yeşil çay, keten tohumu, kimyon, kekik, biberiye,
- Börülce fasulye, her türlü mercimek, soya ve ürünleri (doğal, genetiği değiştirilmemiş), çavdar ürünleri ve ekmeği, yulaf ürünleri ve ekmeği, karabuğday ürünleri ve ekmeği, eski tip buğday ürünleri ve ekmeği (amarant veya eski turk buğday)
- Enginar, karalâhana, marul, havuç, kabak, pırasa, ıspanak, pazı, beyaz lahana, brokoli, sarımsak, soğan, kereviz, maydanoz ve bütün yeşil yapraklı sebzeler
- Kayısı, dut, incir, üzüm, kiraz, vişne, erik, greyfurt, limon, mürdüm eriği, zencefil, pekmez, aloe vera, yer elması
- Magnezyum sülfat (İngiliz tuzu).
- Her et (tavuk ve hindi hariç); karışık et (salam, sucuk, sosis gibi); deniz hayvanları (kerevit, kalamar v.b.) ve havyar
- Süt, dondurma, tereyağı; herhangi sıvı veya katı yağ (balık yağı, inek iç yağı, zeytinyağı ve keten yağı hariç), piyasa zeytinleri (boyanmış ve beyaz sirke veya limon asidi ile karıştırılmış)
- Kavrulmuş ve bekletilmiş kuru yemiş, buğday tip 405–550
- Patates, biberler, pul biber, domates salçası
- Portakal ve suyu
- Soda, gazoz, şarap sirkesi, früktoz, glikoz, tatlandırıcı, sakız, jelâtin, bayat yiyecekler, hazır yiyecek ve içecekler, mide ve bağırsaklarda gaz oluşturan her yiyecek.
- Tavuk ve hindi eti, taze yumurta
- Yoğurt, kefir, koyun keçi peyniri ve sütü, beyaz peynir, salamura peynir, eski kaşar, tulum peyniri, mozarella
- Kestane, badem, susam ve ürünleri, pirinç ve ürünleri, mısır ve çeşitleri, arpa çeşitleri, barbunya, nohut
- Turp, kırmızı pancar ve "Zararlılara girmeyen meyve, sebze ve yiyecekler.
- Koyun, kuzu, keçi, hindi, tavşan ve yabani et, alabalık, sardalye, kırmızı levrek, mezgit, morina, havyar, bey balığı, taze yumurta
- Yoğurt, doğal süt, beyaz peynir, kaşar peyniri, mozarella, koyun ve keçi sütü ve peyniri
- Zeytinyağı, ceviz
- İnci fasulye, yulaf ve çeşitleri, pirinç ve çeşitleri, doğal buğday ve çeşitleri, horozibiği, yulaf ve ürünleri
- Patlıcan, kereviz, kırmızı pancar, havuç, her çeşit lahana, karnabahar, patates, her biber, pul biber, karahindiba, maydanoz
- Erik, karpuz, muz, üzüm, incir, vişne, kiraz, frenküzümü
- Körri, reyhan (fesleğen), yeşil çay.
- Deniz hayvanları (kabuklu ve kabuksuz), tavuk ve kaz eti,
- Dondurma, sakız
- Her türlü mercimek, nohut, rafine olmuş sıvı yağlar (zeytin ve keten yağı hariç)
- Kavrulmuş ve bekletilmiş kuru yemiş, yer fıstığı,susam ve ürünleri, mısır ve ürünleri, çavdar ve ürünleri, karabuğday ve ürünleri
- Enginar, piyasadaki yeşil ve siyah zeytinler, domates salçası
- Aloe vera, Hindistan cevizi,
- Karabiber, beyaz biber, tarçın,
- Jelâtin, glikoz, früktoz, mısır şurubu ve nişastası, tatlandırıcı, bayat yiyecekler, hazır yiyecek ve içecekler, mide ve bağırsaklarda gaz oluşturan her yiyecek.
- Koyun ve hindi eti, kırmızı levrek, sardin, morina, bey balığı, makrel ve ton balığı, taze yumurta,
- Yoğurt, beyaz peynir, eski kaşar, keçi ve koyun sütü ve peyniri,
- Karabuğday ürünleri ve ekmeği, yulaf ürünleri ve ekmeği, pirinç ürünleri ve ekmeği, yumuşak buğday (eski turk buğdayı) ürünleri ve ekmeği,
- Zeytinyağı ve ceviz yağı, ceviz, yerfıstığı, zencefil, ginseng, kuşburnu, papatya, körri, yeşil çay, kimyon, keten tohumu
- Yeşil mercimek, salatalık, karnabahar, beyaz lahana, patlıcan, kırmızı pancar, semizotu, çiğ ıspanak, karalâhana, marul, havuç, pazı, brokoli, , sarımsak, soğan, kereviz, deniz lahanası (laminarya), maydanoz ve her türlü yeşil yapraklı sebze
- İncir, üzüm, kiraz, vişne, erik, greyfurt, limon, mürdüm eriği, karpuz, kivi, ananas, yerelması, pekmez, magnezyum sülfat (İngiliz tuzu)
- Tavuk ve her et (koyun ve hindi hariç), deniz hayvanları
- Mısır ve ürünleri, çavdar ekmeği, buğday tip 405–550 (durra) ve ürünleri, susam ve ürünleri, kavrulmuş ve bekletilmiş kuru yemiş
- Börülce fasulye, ayçiçeği çekirdekleri, pul biber ve her biber, kara ve beyaz biber, domates salçası, şarap sirkesi, enginar, turp, piyasa zeytinler, her türlü sıvı yağ veya katı yağ (zeytinyağı ve ceviz yağı hariç),
- Siyah çay, kahve
- Portakal ve suyu, nar ve suyu, muz, avokado, aloe vera, anason, Hindistan cevizi
- Tereyağı, dondurma, süt
- Jelâtin, bayat yiyecekler, hazır yiyecek ve içecekler, früktoz, glikoz, mide ve bağırsaklarda gaz oluşturan her yiyecek
- Havyar
- Arpa ekmeği, keten tohumu, kekik, nane, arpa ve ürünleri, Antep fıstığı, badem
- Kırmızı mercimek, beyaz fasulye, barbunya, pırasa, domates
- Kayısı, dut, kavun ve "Zararlılara girmeyen yiyecekler, meyve ve sebze
- Karışık et (salam, sucuk, sosis gibi); süt ve ürünleri ("Yenebilenler" hariç)
- Buğday ve ürünleri (bilhassa tip 405–550), mısır ve ürünleri
- Rafine olmuş sıvı yağlar (zeytin ve keten yağı hariç), piyasa zeytinleri, hazır turşular
- Dondurma, kavrulmuş ve bekletilmiş kuru yemiş, yerfıstığı, kahve, siyah çay, buğday ve mısır nişastası
- Portakal, aloe vera,
- Karnabahar, ketçap, domates salçası, şarap sirkesi, bayat yiyecekler, hazır yiyecek ve içecekler, tatlandırıcı, , glikoz, früktoz, mide ve bağırsaklarda gaz oluşturan her yiyecek.
- Tavuk, hindi ve yabani kuş eti, taze yumurta,
- Tereyağı, ara sıra kaymak, kefir, yoğurt, beyaz peynir, eski kaşar, tulum peyniri, koyun ve keçi peyniri, (peynirler haftada 1–3 defa olabilir)
- Susam ve ürünleri, kestane, fındık, badem ve badem yağı, çam fıstığı,
- Her çeşit lahana (bağırsaklarda gaz yapan hariç), börülce, barbunya, beyaz semiz fasulye, yeşil fasulye, patlıcan, kereviz, her meyve ve sebze (yasaklanmış olanlar hariç), doğal zeytin
- Nohut, pirinç ve ürünleri, karabuğday ve çeşitleri, çavdar ve çeşitleri, nişasta buğday (eski turk buğdayı) çeşitleri ve "Zararlılar”a girmeyen yiyecekler.
KÂBE
Dünyanın merkezinde
Tarih: 29 Ağustos 2012
KÂBE" DÜNYANIN MERKEZİNDE;
Coğrafyacılar, yeryüzünün herhangi bir noktasını kolaylıkla bulabilmek ve en pratik yoldan, en doğru biçimde gösterebilmek için, Dünya’yı enlem ve boylam adı verilen çizgilerle, sembolik olarak küçük karelere bölmüşlerdir. Ancak, bu çizgilerin başlangıç noktaları, bilimsel bir temele değil, farazî bir kabule dayanır. İngiltere’de Greenwich ’ten geçtiği kabul edilen boylam çizgisi 0(sıfır) kabul edilir. Hepimizin bildiği gibi enlem ve boylamlar dünya üzerin de koordinat belirlemede ve saatlerimizi ayarlamada kullanılan evrensel bir ölçüm sistemi ve ortak dil haline gel-miştir. Allahû Tealâ mesajlarını insanların anlayabileceği şekilde; onların ölçü birimleri ve dillerini kullanarak gön-derir. Aksi halde mesajlar anlaşılabilir olmaz. Yuvarlak olduğu iddia edilen Dünya’mızın, aslında kutuplarının basık ve ortasının şişkin olduğu bir gerçektir. Bu şişkin bölgenin, tam ortasından geçen en büyük enleme ise “0 enlemi” denmektedir. Bu enlem, bilinen adıyla Ekvator’dur. Ekvator’un da nispi olarak, Dünya’yı tam ortadan ikiye ayırdığı kabul edilir. Kutup noktaları, Ekvator’un oluşturduğu dairenin tam merkezinden geçen bir eksenin iki uç noktasıdır. Ancak bunlar gerçek kutuplar değildir coğrafi kutuplardır. Gerçek kutuplar ise manyetik özellikleri ile dikkat çe-ken mıknatıs ibrelerinin yöneldiği esrarlı özellikleri ile dikkat çeken manyetik kuzey vegüney kutuplarıdır. Ku-zey kutbu, coğrafi kutbun yaklaşık 1290 km güneyinde kalır. Bu da Kanada’nın kuzey batısında Ellef Ringnes ada-larının kıyısına tekabül eder. Güney kutbuna gelince Antarktika kıtasında, Adelie Land denilen bir bölgede yer alır. Bir pusulaya Dünya’nın neresinden bakarsanız bakın, daima kuzey yönünü gösterir. Eğer bu yönü takip ederseniz, sonunda manyetik kuzey kutbuna varırsınız. Pusula ibreleri bu bölgedeki manyetik alanın tesirinde kalarak sürekli olarak buraya yönelir, bu yöneliş sayesinde bizler de karada, denizde ve havada yönümüzü kolayca buluruz. Enlem ve boylamların gösterdiği kutup noktaları ile pusulanın gösterdiği manyetik kutup noktaları neden birbirinden farklı yerlerdedir? Dünya’nın ekliptik olarak 27o 27′lık eğime sahip olduğunu biliriz. Dünya’nın başı böyle eğdirilmeseydi tek bir mevsimi mesela hep yazı yahut kışı yaşayacaktık. Günler, buna göre uzar ya da kısalır. İşte bu eğim kutup-ların yerini de değiştirmiş olur. Gerçekte; enlem ve boylamları çizerken Dünya’nın bu eğimini yani mıknatısların sürekli yöneldiği manyetik kutupları dikkate alırsak, yeni bir Ekvator çıkar. O zaman “0″ (sıfır) no’lu en büyük enlem olan Ekvator, bu yeni haliyle, Mekke kentinden geçecektir. Bu da Kâbe’nin, Dünya’nın ortasında bulunduğu gerçeğinin bir teyididir.
Öte yandan, bu düzeltilmiş şekilde çizilen, Oğlak ve Yengeç dönenceleri de, yine Mekke’nin bulunduğu bloktan geçmektedirler. Bu mantığa göre çizilen boylam ise (iki kutbu birleştirerek), yine aynı blok içerisinde, dönenceleri ve Ekvator’u keser. Bu kesişme noktası yine Mekke’dir. Bu enlem ve boylamların Mekke’de kesişmeleri, Kâbe’nin yerinin çok özel olarak belirlendiğinin bir ifadesi kabul edilebilir ve yine insanların ibadetlerinde niçin oraya yöneldiklerinin sırlarını taşır.
Dünya’nın manyetik kuzey ve güney kutuplarına göre çizilen yeni ekvator çizgisinin yani Kâbe’den geçen Ekvator çizgisi üzerinde, birisi Kâbe’ye göre doğu, diğeri ise batıda iki adet manyetik kutuplar bulunmaktadır. Batı kutbunu esrarengiz olayları ile “Bermuda” üçgeni teşkil ederken, doğusunu ise Japonya’da bir körfez bölgesi teşkil eder. Bu körfez de Bermuda gibi kaybolmaları ile meşhur olmuştur. Kâbe’nin bu iki noktanın tam ortasında yer alması da Kâbe’nin yerinin özel olarak seçildiğini düşündürmektedir.
Peki ya dünyamızın Altın Oran Noktası... nerededir?
Enlem ve boylamlar üzerinde yapılan hesaplardan anlaşılacağı gibi dünyanın altın oran noktası Mekke şehrindedir. Kâbe’nin koordinatları olan Doğu boylamı +39,82, Kuzey enlemi +21,42 değerleri (Bkz. Google Earth) gösterir ki; Kâbe ve kutsal bölge Dünya’nın Altın oran Kutsal bölgesindedir.
(90 + 21,42 = 111,42 111,42 / 180 = 0,61... ),
(180 +39,82 = 219,82 219,82/360= 0,61...
Mekke şehrinin kutuplara olan mesafelerinin ve gün dönümü çizgisine her iki yönde olan mesafelerinin oran hesaplama şeklini ifade eden formüldür.)
- Altın Oran (tasarım ve estetik yaratış sayısı) = Phi sabiti = 0,61...
- Mekke’nin güney kutbuna olan uzaklığı / Kutuplar arasındaki mesafe = 0,61...
- Mekke’nin kuzey kutbuna uzaklığı / Mekke’nin güney kutbuna uzaklığı = 0,61...
- Mekke’nin gündönümü çizgisine batı uzaklığı / Dünyanın çevre uzunluğu = 0,61...
-
·Mekke’nin Gündönümü çizgisine batı uzaklığı /
Mekke’nin gündönümü çizgisine doğu uzaklığı = 0,61... -
·Dünyadaki Gündönümü ya da kutupları birleştiren ve
Mekke’den geçen tüm çizgilerin iç oranları = 0,61... -
·Mekke ve Kâbe’yi anlatan âyette (3:96) Mekke’ye kadar olan harf sayısı (29 ) /
Âyetin toplam harf sayısı (47) = 0,61...
Enlem ve boylam haritasını bir ressamın tablosu gibi düşünürsek; dünya haritası İlâhi bir tablo olacaktır; derinliği hiç bitmeyen, yaşayan bir tablo. Enlem ve boylam değerlerine göre tasarlanmış bir dünya haritasını Amerikan Phimatrix (resimlerin altın oran noktasını hesaplayıp göstermeye yarayan program – tablolar için tasarlanmıştır.) programında açıp ana altın oran noktasını göstermesini istersek bize Mekke şehrini gösterecektir. Enlem ve boylamların altın oran formülüne göre alabileceği değerler, dünyada sadece tek bir noktaya uygulanabilir. Ekvatoruna altındaki ya da Greenwich'in batısındaki koordinatlar - (eksi) ile ifade edilir.
Ley Hatlarıadı verilen akışkan özellikli enerji kanallarıyla yeryüzünün örülmüş olduğu artık kesin olarak bilinmektedir. “Dünya enerjisi”, “Telürik Enerji” veya“Küresel Biyoenerji” gibi isimler de alan bu hatlar, yerkürenin manyetik gücünden farklı olarak, dünyayı yerküre üzerindeki belirli doğrusal çizgilerle dolaştığı varsayılan bir enerji türüdür. Bu terim ilk kez 1925 yılında bu hatları “yeniden” keşfeden İngiliz araştırmacı Alfred Watkins tarafından kullanılmıştır.
Mitolojilerde geçen kutsal ırmaklar, aslında bu ley hatlarını yani yerküre “çakraları”nın haritasını ifade ediyor. Bu bölgelerin en güçlülerinden birisinin Mekke şehrindeki kutsal topraklar olduğu bilinmektedir.
İbn-i Abbas’tan gelen hadîs rivayetinde “Göklerin en önde geleni, kendisinde arş olandır. Yerlerin en önde geleni de bizim üzerinde olduğumuz Arş’tır.” ifadesi yer alır. (Suyuti, ed-Dürer el-Mensur, VI/239)
Bilindiği gibi âlemler sadece bizim içinde yaşadığımız fizik evren ile sınırlı değildir. Yedi farklı uzay-zamanın bulunduğunu Kur’ân’da geçen seb’a ve semâvât ifadelerinden anlamak mümkündür.
Havada, yerin altında her nerede bulunursak bulunalım, Kâbe’nin bulunduğu mekâna yönelmek, istikbâl-i kıble için kafi gelmektedir. Bediüzzaman gibi maneviyat büyüklerinin de ifade ettiği gibi kıbleyi, sadece Kâbe’nin bulunduğu mekân olarak değil, Kâbe’den Arş’a uzanan nuranî bir sütun ve manevî bir direk olarak düşünmek gerekir. Bu nurdan sütun, ferş denen arzımızı cennetin de üstünde kalan ve âlemin çatısı hükmündeki “Arş”a bağlar.
Kâbe’de hissedilen ve solunan apayrı bir maneviyat ve ruhî atmosferin Arş’a uzanan bu nuranî sütunla ilgisi nedir?
Dünya’mızı en üst semaya bağlayan “göbek bağı” diyebileceğimiz nurdan bağın taşıdığı sırlar henüz meçhulümüzdür. Sürekli kutba yönelen mıknatıs misali insan kalbi de bu İlâhi nurun devamlı çekim etkisi altında mı bulunmaktadır?
İnsanların pervane oldukları bu İlâhi nur, tefekkür-dua-tespih-hamd gibi manevî hâsılatın toplandığı ve oradan Arş’a ulaştırıldığı bir tür uydu misal toplama-dağıtım ve nakil üssü fonksiyonu mu görmektedir?
İbadetlerde kıbleye yönelmekle, tıpkı antenlerini uyduya çeviren haberleşme vasıtaları gibi, kalp ve beyinden neşrolunan mânâ dalgalarının önce bu nurdan sütuna geldiğini ve oradan da İlâhi dergâha ulaştığını düşünebilir miyiz?
Kâbe’de rahmet zirveye çıkar. Acaba namaz gibi ibadetlerde kıbleye yönelmekle, o nurla bağlantıyı en üst noktaya mı çıkarıyoruz? Öyleyse, namaz sırasında yapılan hareketlerde bu nurun, insanın ruhî ve fizikî varlığının tüm unsurlarına nüfuzunun sağlandığı; Kâbe’de tavaf yapıldığında ise yani nurun odak noktasının çevresinde dönüldüğünde, bağlantı ve rezonansın en üst seviyeye çıkarıldığı an olmalıdır. Bu soru ve ihtimallerin gerçek cevaplarını maneviyat ve hakikat kâşiflerine bırakarak şu âyetin ifade ettiği mânâya bakalım:
Âli İmrân-96: Muhakkak ki; mübarek ve âlemlere hidayet vesilesi olan (beyt), elbette ki insanlar için Mekke’de yapılmış olan ilk Beyt’tir.
Âli İmrân-97: Orada (Baytullah’da açık beyyineler, Hz. İbrahim’in makamı vardır. Ve kim oraya girerse emin (emniyette) olur.
“Ona yol bulmaya (Hacc’a gitmeye) gücü yetenlere, Allah için o Beyt’in hac edilmesi , insanların üzerine (farz)dir.”İlâhi fermanı, her sene mübarek bir zaman dilimi içinde, Beytullah’a teveccüh edip, belirli mekânları, hususî bir kısım usullerle ziyaret etmesini farz kılar.Oraya gidenlerin, bilaistisna herkesin ayrı bir atmosferi solumaları, orada ayrı bir iklim ve fizikî anlamda ifadesi mümkün olmayan apayrı bir havayı hissetmeleri de Kâbe’deki sırların sözle anlatılamayan fakat hissedilebilen tecellileri olmaktadır.
MEKKE’NİN SIRLARI
Mekke milyarlarca müslümana secde yönü, toplanma yeri ve İslâm’ın kutsal merkezi olarak bildirilmiştir. Gücü yeten her müslümana Kâbe, Muzdelife ve Arafat dağını kapsayan bir yolculuğa çıkarak Kutsal şehre gelmesi farz kılınmıştır.
Mekke şehrinin kuzey kutup noktasına olan uzaklığı ile güney kutup noktasına olan uzaklığının oranı tam olarak 1,618 yani altın orandır. Ayrıca Mekke şehrinin güney kutup noktasına olan uzaklığı ile iki kutup arasındaki uzaklığın birbirine oranı yine 1,618’dir.
Mucize bununla bitmez; tüm insanlığın ortak yer belirleme dili haline gelmiş enlem boylam haritasına göre de Dünyanın Altın Oran noktası Mekke şehrindedir.
Mekke'den günleri değiştiği ve gün dönümü çizgisi olarak belirtilen sınıra olan doğu uzaklığı ile batı uzaklığının birbirine oranı da yine 1,618’dir.
Ayrıca Mekke'nin gündönümü çizgisine batı yönlü uzaklığının, dünyanın o enlemdeki çevre uzunluğuna oranı da yine şaşırtıcı şekilde Altın oran yani 1,618 sayısını verir.
Tüm harita sistemlerindeki bir kaç km olan ufak farklara rağmen Altın Oran noktası Mekke şehrinden asla dışarı çıkmaz ve Kâbe'yi içine alan Kutsal Bölge dairesinde kalır.
Evinizde Google Earth programı'nın cetvel özelliğini kullanarak dünyadaki herhangi iki nokta arasındaki uzaklığı oldukça hassas şekilde kolayca keşfedebilir, dilerseniz enlem ve boylam koordinatları yoluyla hesaplayarak ya da basit bir hesap makinesi ile verilen oranların doğruluğunu evinizde dahi test edebilirsiniz. Pozitif enlem ve boylam değerleri ile deniz yerine karaya düşme açısından dünyanın tek altın oran noktası Mekke şehri olabilmektedir.
Phi matrix programı ise tabloların ve resimlerin altın oran noktasını göstermeye yarayan bir Amerikan programıdır. Dünya enlem boylam haritasını derinliği hiç bitmeyen canlı bir tablo gibi düşünür ve bu programla açarsak Dünyanın Altın Oran noktasının Mekke şehri olarak belirlendiğini görürüz.
Mucizeler devam ediyor...
Mekke âyetinde Altın Oran Mucizesi
Kur’ân-ı Kerim’de Mekke kelimesinin geçtiği ve orada tüm insanlığa îmân verecek açık delillerin varlığından bahseden tek bir âyet vardır.
Âli İmrân-96: Muhakkak ki; mübarek ve âlemlere hidayet vesilesi olan (beyt), elbette ki insanlar içinMekke’de yapılmış olan ilk Beyt’tir. Bu mübarek şehrin ismi tüm Kur’ân’da tek bir âyette geçer. Âyetin devamında bu bölgede insanların îmânına vesile olacak delillerin varlığından bahseder. O delillerden biri bize göre Altın Oran bölgesi olmasıdır. Tesadüfen olması imkânsız olan bir mucize daha âyetin içinde kendini gösterir. Mekke kelimesine kadar (Mekke dahil) harflerin sayısı toplamı 29, âyetin tamamındaki harf sayısı 47’dir. Hiçbir zorlama olmadan, dünya haritasında yaptığımız gibi yaptığımızda, Mekke’ye kadar olan harflerin, âyetin tüm harflerine oranı 0,61... altın orandır. Eğer bir harf fazla ya da eksik olsa oran bozulacaktır. Dünya enlem ve boylam haritasında da aynı hesap yapılmıştı; Mekke’ye kadar olan uzaklığın tüm uzunluğa oranı alınmıştı.
Ankebut-67: Görmediler mi ki, çevrelerinde insanlar kapılıp-yağma edilirken biz Harem (Mekke’y)i güvenilir (ve dokunulmaz) kıldık? Yine de onlar batıla inanıp Allahın nimetlerine nankörlük mü ediyorlar? Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de Kutsal şehir Mekke için bu şekilde buyurmaktadır. Tüm bu işaretler göstermektedir ki; dünyayı ve matematiği yaratan tasvir edilmesi imkânsız muhteşem güç yani Allahû Tealâ ile Kâbe'nin ve Kutsal Bölgenin yer belirleyicisi ile Kur’ân'ın yaratıcısı aynı ve tek İlâh. O, bu mucizelerle geleceği ve insanların ortak dillerini önceden bilerek onlara işaretler verdiğini tüm insanlığa hatırlatmaktadır. Bu nedenle, Dünya'nın tek bir altın oran noktası olabilir veYüce Allah bunu Mekke olarak seçmiş, ardındanKur’ân'da onu anlatan âyeti de Altın Oran'a göre tasarlayarak bu bölgenin kaybolmasına asla izin vermemiştir.
KÂBE’NİN MUCİZESİ
Kâbe tarih boyunca garip tecellilere mazhar olmuş bir mekândır. Onun kutsallığı ve merkez rolü, tâ Hz. Âdem ve öncesine kadar uzanır. Hz. İbrahim tarafından imar edilmiş, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) doğum yeri, bütün hak dînlerin kıblesi olması yanında, birçok peygamberle alâkası ile şimdiye kadar ona denk, Allah evi denebilecek bir bina görülmemiştir yeryüzünde.
Bir çekirdekten yüz binlere, milyonlara varan sümbül ve tane alınması gibi, Allah’ın rahmetinin zirveye çıktığı bu mekânda kullar, yüz binler, milyonlar sevaplara ulaşır, hayırlara koşacakları bir fırsatla tanışırlar.
Dünya’nın merkezine,aslında adeta Arş’a uzanan bu nurlu yolculukta insan yepyeni gerçeklerle tanışır. Bir yaratılış gösterisine şahit olur. Bembeyaz ihramlar içinde kefenleri her türlü farkın ve sınıfın ortadan kalktığı, aynı anda yeniden dirilmenin, mahşerin hatırlandığı, İslâm’ın bilfiil yaşandığı, cemaat şuuru ve sırrının en azim şekilde tecelli ettiği bir gösteriye tanık olur. Hac ibadetiyle, arzın Arş’a bağlanıldığı, nuranî dairenin yoğun dezenfekte etkisiyle kullar, Allah’a kulluk şuurunun yeniden kazanıldığı, ahd-i peymânın yenilendiği bir ibadet seremonisinde Allah’a doğru sonsuz bir hareketin içine girer.
İnsanların günün yirmi dört saatinde devamlı bağlantı halinde olduğu ve ziyaret ettiği Kâbe’ye denk başka bir yer var mıdır yeryüzünde?
İbadetlerde yöneldiğimiz Kâbe’nin manevi esrarından ne kadarına vakıfız?
Kâbe, Eski Dünya’nın (Avrupa, Asya ve Afrika) merkezinde bir konumda yer alıyor ve bu üç kıtaya hemen hemen aynı uzaklıkta bulunuyor. Ama siz en iyisi elinize bir Dünya haritası alıp, Kuzey Amerika’dan Avustralya’ya, Kuzeydoğu Asya’dan Güney Amerika’ya doğru birer çizgi çekiniz ve bu çizgilerin kesiştiği yere bakınız. Kâbe’nin Dünya karalarının merkezinde kalan bir konumda yer aldığını görürsünüz. Leonardo pergeli olarak adlandırılan Altın oran pergeli ile yapılmış ölçümlerde Mekke şehrinin Arabistan’ın altın oran bölgesinde, Kâbe’nin de Mekke şehrinin altın oran bölgesinde yer aldığını görüyoruz. Tüm bunların tesadüfen olabilmesi olasılık hesaplarına göre imkânsızdır. Mekke/Kâbe'nin Dünya üzerindeki yerinin ve müslümanların 14 asırlık kutsal kitabı olan Kur’ân’da bu durumu anlatan âyetin de altın orana göre dizayn edilmiş olması ve bu kutsal alanda toplumların hidayetine neden olacak delillerin saklı olduğunu ifade etmesi, apaçık bir mucizedir ve bu kitabın kesinlikle altın oranın ne olduğunu bilen, dünyayı uzaydan görebilen, gelecekte kabul edilecek ölçü birimlerini ve geleceği görebilen, matematiği çok iyi bilen bir güç yani Allahû Tealâ tarafından yazdırıldığını ispatlamaktadır.
Mekke'den başlayıp Kudüs'ten geçen ve İstanbul'da noktalanan Dünya'nın Altın Hat mucizesi
Albert Einstein;"Tanrı zar atmaz."
Galileo da;"Doğanın büyük kitabı, yalnız onun yazıldığı dili bilenler tarafından okunabilir." diyor.
Milyarlarca müslümanın ona yöneldiği, İslâm'ın çekim merkezi, eski toplumlardan beri kutsal sayılan Mekke şehri Dünya'nın Altın Oran noktasında bulunmaktadır.
Mekke'den başlayıp Kudüs'ten geçen veİstanbul'da noktalanan Dünya'nın Altın Hat'tı. Mekke, İslâmiyet'ten önce ve sonrasında yüzyıllardır insanları kendisine çeken bir merkez. Kudüs, semavî dînlerin başlangıç noktası, müslümanlar, hristiyanlar ve musevilerin kutsal toprağı. İstanbul, yüzyıllardır dünyanın incisi, fetihle müjdelenen şehir. Dünyaya yön veren Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının baş şehri. Ve Altın Çağ'ın merkez şehri. Kur'ân-ı Kerim'de ve Mekke'de Altın Oran, Dünya üzerindeki Altın Hat ve Altın Siluet mucizeleri, evrene bambaşka bir gözle bakma fırsatı sağlayacaktır.Manevî hayatımızın merkezinde duran kalp gibi Kâbe de yeryüzünün kalbi olarak mı yaratıldı? Yüce Allah, kâinatı kusursuz bir düzen içinde yaratmıştır. Varoluşun sırlarını okumanın da birçok dili ve yöntemi vardır. Bu dili okuyabilmemizi sağlayan unsurlardan biri de "Altın Oran"dır. Kâinat, cinsiyetsiz bir insan şeklinde yaratılmıştır. Bu nedenle insan aynı zamanda kâinatı temsil eder ve onun küçük bir numunesidir. Dünya kâinatın tam kalbinde yer alır. Mekke ve Kâbe de tam dünyanın kalbinde yer alır. Bu açıdan da bakarsak Kâbe, hem dünyanın hem de kâinatın kalbidir. En üst seviyede enerji merkezi olmasıyla da kalbimizin manevî gıdasının kaynağıdır. Bu nedenle Dünya'nın tek bir altın oran noktası olabilir veYüce Allah bunu Mekke olarak seçmiş, ardındanKur’ân'da onu anlatanâyeti de Altın Oran'a göre tasarlayarak bu bölgenin kaybolmasına asla izin vermemiştir.Altın oran ile ilgili somut birtakım veriler ve ortaya çıkan gerçek durum söz konusudur. Yazılar boyunca anlatılan örneklerde neredeyse baktığımız her yerde görme imkânımız bulunan altın oran için yapılabilecek bir yorum, kaosun da bir düzeninin olabileceğidir. Gerisi ise, insanı düşünceye daldırıp götürür… Yüce Kur'ân, muhteşem bir sayısal simetri ile dizayn edilip çağlar önce bilinmesi imkânsız pek çok bilimsel keşfi de önceden haber vererek adeta her kelimesi ile Kâdir-i Mutlak Yüce Allah'ın sözleri olduğunu âdeta haykırmaktadır…
Evrendeki Güç
Tarih: 09 Temmuz 2012
Evrendeki Güç
NASA tarafindan, 200 bin galaksi üzerinde 5 yıl boyunca ve kozmik zamanda 7 milyar ışık yılı geriye gidilerek yapılan gözlemler sonucunda, evrende karanlık enerjinin, yer çekimi gücüne baskın olduğu ve evrenin giderek artan bir hızla genişlemesini sağlayan düzenli bir güç olduğu teyit edildi.
NASA'nın internet sitesinde yer alan habere göre, uzayda bulunan "Galaksi Evrim Kaşifi (Galaxy Evolution Explorer)" aracı ve Avustralya'nın Siding Spring dağlarının zirvesinde bulunan teleskopla yapılan gözlemleri izleyen dikkatli ölçümler, galaksilerin birbirinden uzaklaştığı bilgisini bir kez daha doğrularken, bulgular, karanlık enerjinin varlığının, şimdiye kadar sağlanan en bilimsel teyidi oldu.
Avustralya'daki Swinburne Teknoloji Üniversitesi'nden Chris Blake, bu durumu, "bir taşı havaya attığınızda, bir süre sonra hızının azalmayıp, giderek artması ve havada giderek daha hızlı biçimde yol almayı sürdürmesi gibi" ifadeleriyle tanımlıyor.
Karanlık enerji düşüncesi, süpernova patlamalarının yerleri arasındaki değişimler gözlemlenerek, 1990'lı yıllarda ortaya atıldı. Bu yeni çalışmayla da, bu düşünce teyit edildi. Astronomlar önce, "Galaksi Evrim Kaşifi" aracının sağladığı verilerle, uzak evrendeki galaksilerin üç boyutlu bir haritasını çıkardı.
Karanlık enerji, evrenin yapı taşlarını birbirinden uzaklaştırıyor. Yapısı bilinmediği, sadece gözlemler sonucu tahmin edilebildiği için, bu gizemli enerjiye karanlık enerji adı veriliyor.
Karanlık enerjinin, evrenin yüzde 74'ünü oluşturduğu düşünülüyor. Karanlık madde ise karanlık enerjiye göre daha az gizemli, hakkında daha çok şey biliniyor ve evrenin yüzde 22'sini oluşturuyor. Geriye kalan, atomların oluşturduğu ve gezegenleri, yıldızları ortaya çıkaran olağan madde ise evrenin sadece, yaklaşık yüzde 4'lük bir kısmı.
Avustralya'daki teleskop yardımıyla da, galaksiler arasındaki mesafelerle ilgili ölçümler yapıldı. Bu çalışmada, evrenin erken dönemlerinin bıraktığı ses dalgalarından da, galaksiler arasındaki mesafe değişimlerini belirlemek amacıyla yararlanıldı. Sonuçlar, galaksilerin giderek artan hızla birbirinden uzaklaştığını gösterdi. Bilimadamları, galaksi kümelerinin kentler gibi giderek büyüdüğünü, binlerce galaksilik kümeler oluştuğunu, bu kümelerin yer çekimi etkisiyle kendisine doğru yeni galaksileri çektiğini, ancak karanlık enerjinin ise bu kümeleri dağıtma yönünde çalıştığını, bu nedenle galaksilerin kümelenme sürecinin yavaşladığını belirledi. Bu da karanlık enerjinin, dağıtıcı gücünün ölçülmesine olanak sağladı.
NASA astrofizik direktörü Jon Morse, elde edilen sonuçlara ilişkin yaptığı açıklamada, "astronomların son 15 yılda yaptıkları gözlemler, fizik bilimi alanında en şaşırtıcı keşiflerden birinin yapılmasını sağladı. Bu da, evrenin, Büyük Patlama ile tetiklenen genişlemesinin hızlanarak sürdüğüdür. Bağımsız yöntemler ve Galaksi Evrim Kaşifi aracının sağladığı verilerin kullanılmasıyla, karanlık enerjinin varlığından daha fazla emin olduk" dedi.
Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, bundan yaklaşık 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediği, bir Kuran Mucizesi olarak bizlere bildirilmiştir:
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz.
Zariyat Suresi,
Bir Çinli Profesörden kalp krizine karşı pratik önlemler
Tarih: 03 Temmuz 2012
Bir Çinli Profesörden kalp krizine karşı pratik önlemler;
Bunu yapmak için evinizde bir şırınga veya iğne bulundurun... Bu çok şaşırtıcı ve bir kalp krizinden kurtarmanın alışılmamış, bilinmeyen bir yoludur. Sonuna kadar okuyun, bir gün birisine faydası olabilir.
İnanılmaz.
Lütfen bu bilgiyi elinizin altında bulundurun. Mükemmel ipuçları.
Bunu okumak için bir dakikanızı ayırın.
Hiç belli olmaz. Birisinin yaşaması size bağlı olabilir.
Babam felçliydi ve daha sonra kalp krizi sonucu öldü. Keşke bu ilk yardımı önce biliyor olsaydım.
Kalp krizi başlayınca, beyindeki kılcal damarlar patlamaya başlar. (Irene Liu)
Kalp krizi başladığında, sakin olun.
Hasta nerede olursa olsun, onu hareket ettirmeyin. Çünkü eğer hareket ettirilirse, kılcal damarlar patlayacaktır.
Hastayı, düşmesini engellemek için oturur konuma getirin ve ardından kan akıtmaya başlayabilirsiniz.
Eğer evinizde bir şırınga varsa, bu en iyisidir.
Aksi takdirde, bir dikiş iğnesi ya da düz bir iğne de olabilir.
1. Enjektör / iğneyi sterilize etmek için ateşe tutun ve daha sonra 10 parmağının da ucuna iğne batırın.
2. Hiçbir özel akupunktur noktası söz konusu değildir. Sadece tırnaktan yaklaşık bir mm kadar derine iğne batırın.
3. Kan çıkana kadar iğne batırın.
4. Kan damlamazsa, parmaklarınız ile sıkın.
5. Tüm 10 parmak da kanayınca, birkaç dakika bekleyin, sonra hastanın bilinci yerine gelecektir.
6. Eğer hastanın ağzı çarpılmışsa, kulakları kızarana kadar sıkın.
7. Sonra her bir kulak memesinden ikişer damla kan gelene kadar her kulak memesine iki kez iğne batırın.
Birkaç dakika sonra hastanın bilincinin yerine gelmesi gerekir.
Hasta herhangi bir anormal belirti olmaksızın normal haline dönünceye kadar bekleyin ve ardından hastaneye götürün.
Eğer hasta bunlar yapılmadan aceleyle bir ambulansa koyulup hastaneye götürülürse, sarsıntılı yolculuk beynindeki bütün kılcal damarların patlamasına neden olacaktır.
Eğer hayatı kurtulur ve zar zor yürümeyi becerebilirse, bu atalarının kerametindendir.
'Ben hayat kurtarmak için kan akıtmayı, bir geleneksel Çin doktordan öğrendim, Ha Bu Ting, Sun Juke'ta yaşıyor.
Ayrıca, bununla ilgili bir deneyimim de oldu. Bu nedenle, bu yöntemin % 100 etkili olduğunu söyleyebilirim.
1979 yılında, Tai Chung'daki Fung GAAP Kolejinde ders veriyordum.
Bir öğleden sonra, bir sınıfta ders anlatırken bir öğretmen benim sınıfıma koşarak geldi ve nefes nefese dedi ki,
'Bayan Liu, çabuk gelin, bizim yönetici kalp krizi geçiriyor!' Hemen 3. kata gittim.
Yöneticimiz Bay Chen Fu Tien'i gördüğümde rengi gitmiş, konuşması peltek, ağzı çarpılmıştı ve bir kalp krizinin tüm belirtileri mevcuttu.
Hemen Bay Chen'in 10 parmağının uçlarına batırmak için, bir uygulama öğrencisinin okulun dışındaki eczaneye şırınga almaya gitmesini istedim.
10 parmağı da kanamaya başlayınca (her bir parmaktan bir bezelye büyüklüğünde kan damlıyordu), birkaç dakika sonra, Bay Chen'in yüzüne renk geldi ve gözleri anlamlı bakmaya başladı.
Ama ağzı hala çarpıktı. Bu yüzden kulaklarını kan ile doldurmak için sıktım.
Kulakları kızarınca,
Sağ kulak memesine iki damla kan akması için iki kez iğne batırdım.
Her bir kulak memesinden ikişer damla kan gelince, bir mucize oldu.
3-5 dakika içinde ağzının şekli normale döndü ve konuşması netleşti.
Onu bir süre dinlendirdik ve sıcak bir fincan çay verdik, sonra onu merdivenlerden aşağı inmesine yardımcı olup Wei Wah Hastanesine götürdük. Bir gece dinlendi ve ertesi gün ders vermek için okula dönmek üzere taburcu edildi. Her şey normale döndü.
Sonrasında hiçbir hastalık etkisi kalmamıştı.
Öte yandan, normal bir kalp krizi hastası genellikle hastane yolunda beyindeki kılcal damarlarda onarılamaz patlamalar yaşıyor.
Sonuç olarak, bu hastalar hiçbir zaman iyileşmiyor.' (Irene Liu)
Kalp krizi ikinci ölüm nedenidir.
Şanslı olanlar hayatta kalır ama ömür boyu felç kalabilir.
Bu bir insanın hayatında olabilecek çok korkunç bir şeydir.
Eğer hepimiz bu kan akıtma yöntemini hatırlarsak ve hayat kurtarma işlemlerini kısa süre içinde başlatırsak, hasta canlanacak ve % 100 normale dönecektir.
Alkali Asit Yiyecekler
Tarih: 25 Haziran 2012
Kanser ve MS tedavisinde önemli olan asit değil, pH'ı yüksek yiyecek ve içeceklerle beslenmekmiş. Karbonatlı su mucizesi...
Bu videoda prostat kanseri olup kemiklere metastas yapmış 4.seviyede Terminal, yani ölümcül seviyede artık birşey yapamayız denen bir adamın 2 yıl önce kendi kanserini iyleştirirken bunu nasıl yaptığını açıklayan bir video izleyeceksiniz. Teşhis konulduktan sonra Sodyum bikarbonat kullanarak 5 gün içerisinde idrarındaki pH seviyesini 8 in üzerine çıkartmış.
pH seviyesi vücudumuzdaki her organı etkiler. Ortamın asidikolması işte kanser dediğimiz hastalığın temelini oluşturur.
http://www.youtube.com/watch?v=Grtrm8tk4d4&feature=share
https://www.facebook.com/kemal.milar
Karbonatın Kullanımı: Bir büyük bardağa 2 tatlı kaşığı karbonat atıldıktan sonra üzerine az az kaynar su dökülerek köpürtülür ve karbonatın suda iyice çözülmesi sağlanır. Sonra üzerine normal su dökülür, karıştırılır ve içilir( su sıcak geliyorsa soğumaya bırakılır ve öyle içilir). Eğer Kanser, MS, Diabet hastasıysanız vücudu Alkali hale getirmek için ilk hafta aç karnına yemeklerden 1 saat önce bu uygulama 2 kere tekrarlanır.Sonraki 3 Hafta sadece
sabahları kahvaltıdan önce aç karnına içilerek devam edilir.1 Ay sonra gidip hastalığınızı kontrol edip iyi olup olmadığınızı görebilirsiniz. Eğer idrarınızdaki pH 7.36 ve üstüyse vücudunuz "Alkali" haldedir, dilerseniz hergün bir çay kaşığı suya karbonat atıp hergün kullanmaya devam edebilir ya da sadece ihtiyaç
duyduğunuzda bunu uygulayabilirsiniz. İdrarınızdaki pH seviyesini öğrenmek için digital pH ölçerler satılıyor, onlardan bir tane alıp hergün tartıya çıkmak gibi idrarınızdaki pH seviyenize bakıp bedeninizin sağlık durumunu anlayabilirsiniz. Digital pH ölçer yerine pH kağıtları satılıyor, bunu da internetten araştırıp öğrenebilirsiniz. Hastaysanız Alkali gıdaları araştırıp mümkün mertebede iyleşene kadar Alkali gıda tüketmeye özen gösterin. Kanser asidik sıvı'dır. Hücrelerin
içerisine yerleşip belirli bir bölgede toplandığında kendisini mantar hastalığı şeklinde gösterir. Kanser, Diabet, MS, Akne, Egzama ve diğer bütün hastalıklar ASİDOZ'DAN KAYNAKLANIR. ALKALİ HALE GELDİĞİNİZDE HASTALIKLARINIZIN HEPSİNDEN ( %99 ) KURTULURSUNUZ.Neye dayanarak söylüyorum bunları;
Kimyager, Mikrobiyolog, Diyetisyen Dr. Robert O Young'a bağlı söylüyorum:
http://www.idefix.com/kitap/kanserden-korkma-modasi-gecmis-tedaviden-kork-ilhami-guneral/tanim.asp?sid=QRM7WNSH2K3NZEBZ6C3I
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=3307
(Doktorunuzun söyleyemedikleri)
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=92946
(Doktorların Büyük Sırrı Kanser Cinayetleri)
pH Mucizesiyle Carmen Newman Göğüs Kanserinden Kurtuluşu;
Carmen Newman 2008 senesinde Göğüs kanserine yakalanmış 2009'a gelindiğinde doktorları ( bu sırada ağlamaklı oluyor çünkü öleceğini düşünmüş büyük bir travma aslında) ona bağışıklık sisteminin çok düşük olduğunu, ne yapacaklarını bilmediklerini ve bir mucize beklemesini söyleyip onu eve göndermişler.
Oda eve dönmüş daha sonra pH Mucizesi kitabını okumuş ve okudukça öğrenmeye ve bilinçlenmeye başlamış. Ve yeşil alkali gıdaları tüketmeye başlamış ve her gün kendisini daha iyi hissetmeye başlamış. Daha sonra Dr. Young'ın özel tedavi merkezine gelmiş ve detoks ve düzgün beslenme programı uygulamışlar. Bir kaç gün önce kan testi yapıldığında artık kanserinden iz kalmadığı görülmüş. Şu anda sağlıklı ve mutlu bir şekilde bu video da kendi hikayesini anlatıyor.
http://www.youtube.com/watch?v=adp8jONIy9Y&feature=share
Kemal Milar:
17 Ocak 2012
İlk sevinç verici haberimi aldım sonunda :)))
Arkadaşımın kız arkadaşının dedesi prostattan ameliyat olurken parça almışlar ve kanser olduğunu ve kemiklere metastas yaptığını söylüyorlar. 80 yaşından büyük olduğu için kemoterapi yapamıyorlar ve yapacak birşey yok diye gönderiyorlar.
Benim vasıtamla arkadaşımın kız arkadaşı dedesiyle konuşuyor. Karısı zorla karbonatlı su içirmeye başlamış. 4 Hafta karbonatlı su içtikten sonra, gittikleri hastanede doktorlar kanser hastalığından iz kalmadığını iyleştiğini söylemişler.
Alkali yaşam nedir önemi faydaları
ALKALİ YAŞAMIN ÖNEMİ
Hücresel seviyede yaşar ve ölürüz. Vücudumuzu meydana getiren milyonlarca hücre hafifçe alkalidir. Ancak hücresel aktivite asit yaşatır ve bu asitliklik hücrenin fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için gerekli olan enerjiyi verir. Her alkali hücre kendi solunumunu kendi yapar ve metabolik atıklarını salgılar.
İnsan vücudu zekidir. Biz gittikçe daha asidik olmaya başladığımız zaman, vücut yaşamsal organlara giren asitlerin yaratacağı hasarı önlemek için savunma mekanizmalarını çalıştırmaya başlar. Bu asidin yağ hücrelerinde depolanması olarak bilinir. Bir defens mekanizması olarak vücut aşırı asidik olmamak için yağ üretir ve bunları yaşamsal organlardan uzak yerlerde adeta paketleyerek depolar. Yağ ilk bakışta yaşamsal organları hasarlanmaktan kurtarmasına rağmen aşırı yağ birikimi daha uzun vadede başka problemlere yol açmaktadır.
ALKALİLİĞİN FAYDALARI
Bugün yaşam stili birçok sağlık problemlerine neden olmaktadır.
Besinlerimizdeki katkılar, yapay maddeler, içtiğimiz suyun, kullandığımız toprağın, soluduğumuz havanın toksit maddelerce artan oranlarla kirletilmesi sonucunda insanlık şimdiye kadar hiç karşılaşmadığı bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Vücudumuzun maruz kaldığı ve metabolize ettiği bu kirlilik sonucu ortaya çıkan toksiditeden kurtulma yani detoksifikasyon işlemi arık vücudun doğal kapasitesini aşar duruma gelmiştir.
Durumu daha kötü hale getiren ise, lupus(deri veremi) namotoidartirit, multiplesalerosiskronik yorgunluğun gibi belirtilerin artmaya başlamış olmasıdır. Değişik kaynaklardan gelen düşük seviyeli toksiditeyiilk başta saptamak çok güçtür. Bu toksinlerin yaratmış olduğu "toksin kokteyli" ve kanda vücuda yerleşmiş olan mantar ve bakterilerin de katkıda aşırı asitlilik durumu vücudu ciddi şekilde zayıflatabilmektedir. Büyüyen bu problemin çözümü kanı bu maddelerden mümkün olduğu kadar arındırmakta yatmaktadır.
FAZLA ASİDİKMİSİNİZ?
Vücudumuz alkali dizayn edilmiş olmasına rağmen fonksiyonel olarak asit üretir. Vücudumuzda asit üreten tek organ midedir ve asit sindirime yardımcı olmak amacı ile üretilir. Mide dışında hiçbir organın asidik olması gerekmemektedir. Buna rağmen günümüzün vebası sayılabilecek olan asidoz aynı zamanda birçok hastalığın sinsi ve en yaygın nedenlerinden biridir.
Asidozgenel ve en kısa olarak vücudun işleyebileceğinden daha fazla asidin toplanması olarak tanımlanabilir.
Bu normal bir durum olmayıp tamamı için olmasa bile günümüzde yaygın bir şekilde seyreden dejaneratifhastalıklardan birçoğunun ön nedenidir. Bilinenlerden biri asitlerin yağ hücrelerinde depolanarak mümkün olduğunca yaşamsal organlardan uzak tutulmasıdır.
İnsan vücudu zekidir. Vücutta asitlik oranı artmaya başladığında vücut kendini koruma mekanizmalarını devreye sokmaya başlar.
ASİDOZ'DAN KAÇINMAK İÇİN NEDENLER
1. Asidin mermer yüzeye verdiği zarar gibi asidoz toplar ve atardamarların yüzeylerini erozyona uğratıp kardiyo vasküler yapıları zayıflatır.
2. Serbest radikallerin ve ön yaşlanmayı
3. Kilo kazanma, diabet ve obezliğe neden olur.
4. Kollestrol plakaların oluşmasına neden olur.
5. Kan basıncını bozar, düzensizleştirir.
6. Kritik lipid ve yağ asidi metabolizmasını bozar, karıştırır.
7. Hücrelere dağıtılan oksijen miktarında azalmaya neden olur.
AsidikpHzemin hazırladığı dejeneretifhastalıklar:
•Kardio vaskülerdamar setliği, kalp krizi, yüksek kan basıncı
•Obezite
•MS, MD, ALS
•Karaciğer, böbrek
•Bunama
•Bağışıklık sistemi yetersizlikleri
•Ostrepoz
•Erken yaşlanma
•Erkeklerde prostat poblemleri
Eğer sağlık probleminiz varsa büyük ihtimalle vücudunuz asidik olmaya başlamıştır.
Vücut pH'nin hafifcealkali olmasını sağlanmaksızın vücudun kendini iyileştirmesi mümkün değildir.
ASİT VE ALKALİ YİYECEKLER LİSTESİ (Listede görüldüğü gibi alkali besinler daha çok, asidikbesinler daha az tüketilecek)
VÜCUTTA ASİT OLUŞTURAN DUYGU VE DÜŞÜNCELER:
Bilinenin aksine, içimizde beslediğimiz olumsuz duygu ve düşünceler, vücudumuzda, yediklerimiz ve içtiklerimizden daha çok asiditeye neden olmakta ve ciddi hastalıklar için ortam yaratmaktadır.
ÖFKELENMEK YA DA KİN TUTMAK İLE ASİT İÇMENİN VÜCUDA ETKİSİ AYNIDIR…!
YÜKSEK ALKALİ OLUŞTURAN DUYGU VE DÜŞÜNCE VE EYLEMLER:
KAHKAHA İLE GÜLMEK
HUZUR DUYMAK
GÜVEN, SADAKAT, MİNNETTARLIK
SEVİLMEK & BEĞENİLMEK & AŞK
NEŞELENMEK
AFFETME DUYGUSU
OLUMLU DÜŞÜNMEK
DOSTLUK, ARKADAŞLIK, KABUL GÖRME
YORULMADAN YÜRÜMEK & EGZERSİZ
DİYAFRAMDAN DERİN NEFES ALMAK
NAMAZ & İBADET, DUA ETMEK
MEDİTASYON
NEZAKET & TATLI DİL & TAKDİR EDİLMEK
DİNLENMEK
SEVİLEN İNSANLARLA ZAMAN GEÇİRMEK
MÜZİK DİNLEMEK & ŞARKI SÖYLEMEK
DOĞAYLA, BAHÇEYLE TOPRAKLA UĞRAŞI
UMUT
DUYGULARI İFADE ETMEK, PAYLAŞMAK
TENSEL ZEVK
YÜKSEK ASİT OLUŞTURAN DUYGU VE DÜŞÜNCELER:
ÖFKELENMEK
KISKANÇLIK DUYGUSU
STRES
KORKU VE ENDİŞE
ŞÜPHE, KAYGI, SİNİRLİLİK
ACI, KEDER
UYKUSUZLUK & AŞIRI YORGUNLUK
NEFRET DUYGUSU
AŞIRI HIRS
AKCİĞER NEFESİ ALMAK
HAREKETSİZLİK
HUZURSUZLUK
OLUMSUZ DÜŞÜNCE
GÜRÜLTÜLÜ ORTAMDA YAŞAM
SÜREKLİ SOMURTMA, KİBİR
AŞAĞILANMA, ALINGANLIK
DÜŞMANLIK
UMUTSUZLUK
YALNIZLIK, İHANETE UĞRAMAK
SIKINTILARI PAYLAŞMAYIP İÇE ATMAK.....Alkali-Asit dengesinin bozulması: •Vücudun mineral ve diğer besileri alma kapasitesini düşürür•Hücrelerdeki enerji üretimini olumsuz etkiler•Hasarlı hücrelerin onarılması kapasitesi yeteneğini düşürür•Vücudun detoksyeteneğini azaltır•Vücudu bitkin ve hastalıklara açık hale getirir.
ASİT VE ALKALİ YİYECEK NEDİR?Asit ve alkalik yiyecekler konusu karışık bir konu çünkü yemek söz konusu olunca bu kelimeleri kullanmanın birkaç yolu var.Asitli, asidik, alkalik, bazik yiyecekler: Yemek kimyası kitaplarında her yiyeceğin “pH değeri” denen bir değeri var. pH, bir sıvının veya maddenin ne kadar asidikveya alkalik olduğunu ölçmek için yaratılmış özel bir skala. Okul yıllarından hepimiz kimya dersinden bu kavramı biliriz. 7.0 nötr olmak üzere 0 (en asidik) ilâ14 (en alkalik) arasında değişiyor. Yani 0’dan 7’ye yaklaştıkça yiyecek daha az asidikveya 14’ten 7’ye yaklaştıkça daha az alkalik oluyor. Örneğin, misket limonunun oldukça düşük bir pHdeğeri var, 2.0 ve pHskalasına göre oldukça asidik. Limonlar 2.2 pHile biraz daha az asidik. Yumurta beyazı pek asitli değil ve değeri 8.0 pH. Etler de 7.0 civarında pHile asidikdeğiller.Sebzelerin çoğu pHaralığının ortasında bir yerdeler. Örneğin kuşkonmazın ph’ı 5.6, tatlı patateslerinki 5.4, salatalığınki 5.1, havuçlarınki 5.0, bezelyeninki 6.2, mısırınki 6.3. Domatesin pHskalasındaki yeri sebzeler arasında en altta, pH’ları 4.0 - 4.6 arasında değişiyor. Bu aralık pHdeğeri 3.9 olan armutlardan ve 3.5 olan şeftaliden veya 3.4 olan çilekten veya 2.9 olan eriklerden daha yüksek (daha az asidik). Asit-kül, alkalik-kül yiyecekler:Yiyeceğin asiditesindenbahsetmenin bir başka yolu da yiyeceğin kendisinin asiditesinideğil de yiyecek yendiği zaman vücudun asiditesiniölçmektir. Bir başka deyişle bu ikinci perspektiften bir yiyecek asidikolarak adlandırılmaz, asit oluşturucu olarak adlandırılır da denilebilir. Bu “asit oluşturucu” kavramına benzer olarak, “asit-kül, alkalik-kül” kavramı vardır. Bu kavrama göre yiyecek vücutta kimyasal olarak parçalanmaz, geride bir kül kalıntısı bırakarak yakılır ve bu kül kalıntısı daha sonra mineral içeriği için ölçülür. Asit-kül yiyecekler geride klorür, fosfor veya sülfür konsantrasyonu yüksek kalıntı bırakan yiyeceklerdir. Bu yiyeceklere “asit-kül” denir çünkü klorür, fosfor ve sülfür vücutta asit yapmak için kullanılan minerallerdir. Alkalik-kül yiyecekler geride magnezyum, kalsiyum ve potasyum konsantrasyonu yüksek kül bırakan yiyeceklerdir. Bu yiyeceklere “alkalik-kül” denir çünkü bu mineraller vücutta alkalik bileşikler (bunlara baz denir) oluşturmada kullanılır (magnezyum hidroksit, kalsiyum hidroksit, potasyum hidroksit dahil olmak üzere). Dengeli beslenmeyi önemseyin:Yiyeceğin asiditesiniölçen asit-kül modeli elbette ki yaşayan bir insan için olan şey değil. Biz yemeğimizi yakmıyoruz ve biz yedikten sonra tek kalan kül değil. Aslında asit oluşturan yiyecekler kavramı pHkavramından çok daha karmaşık.Bir yiyeceğin ne kadar iyi sindirildiği ne derecede asit oluşturup oluşturmadığını etkileyebilir. Birçok yiyeceğin bileşiminde normalde sindirim sırasında değiştirilebilecek önceden oluşmuş asitler vardır. Ancak sorunlu sindirimi olan bir kişide bu asitler değiştirilemeyebilir ve yiyeceğin asit oluşturucu özellikleri artabilir. Yeterli ve dengeli beslenmek, yediklerinizi aktif bir yaşam ve düzenli egzersizle dengelemek en doğru yaşam şekli. Bu sebeple yeterli ve dengeli beslenme prensibinden vazgeçmeyin. Özellikle zayıflama hedefiyle tek besin veya düşük kalorili şok diyetler gibi metabolizmanızda kalıcı hasarlar bırakacak dengesiz diyetleri lütfen yapmayın. Uykuyu olumlu etkileyen besinler: Araştırmacılar beyindeki seratonin işlevinin de uyku düzenini iyileştirdiğini düşünüyor. Uyku anormallikleri sıklıkla yetersiz beyin serotonin aktivitesine bağlanıyor. Serotonin ve melatonin hormonları iyi bir uyku için önemlidir. Serotonini olumlu etkileyen besinler uyku problemi olanlar için çözüm oluşturabilir.Örneğin; Muz: Serotonine olan etkisi dışında magnezyum içerdiği için kaslarınızı gevşetip sizi rahatlatır. Strese karşı koruyucudur, içindeki potasyum da kalp sağlığı ve tansiyon için önemlidir.Ilık süt: Çocukluğunuzu hatırlayabilirsiniz ama işe yarıyor içine bal karıştımak bu etkiyi güçlendirebilir.Papatya çayı: Uyumadan bir saat önce içeceğiniz papatya çayı huzurlu bir uykuyu olumlu etkileyebilir. Keten tohumu veya ceviz: Omega 3 depresyona karşı ve strese karşı etkilidir. Rahatlatarak gece daha rahat uyutur.Yulaf unu: Melatonin açısından olumlu olduğu düşünülüyor süt ve bal ile karıştırmayı deneyebilirsiniz.
B1 VİTAMİNİ: TİAMİN
Tarih: 13 Haziran 2012
B1 VİTAMİNİ: TİAMİN Yararları:Vitamin B1 ya da Tiamin, diğer B grubu vitaminlerle birlikte vücudun, özellikle beynin, enerji üretiminimde gerekli bir vitamindir. Bu vitamin öncelikle şeker hastalığı, doku sertleşmesi, sinirsel hastalıklar önlenmesinde kullanılır ve yaşlı insanların zihinsel fonksiyonların sürdürebilmesine yardımcı olur. Merkezi sinir sistemi sağlığını korumakta önemli bir rol oynar. B1 vitamini kan hücrelerinin oluşumu ve sağlıklı bir dolaşım sistemi için gerekli olan hidroklorik asidin üretiminde rol oynar. Ayrıca karbonhidratlardan enerji üretiminde, kalp ve sindirim sistemi kaslarının tonusunun korunmasında anahtar rolü vardır.
Hangi besinlerde bulunur? |
B1 Eksikliği Riski Altında Bulunanlar Kimlerdir ?
Fazla miktarda alkol kullananlar arasında bu vitaminin eksikliği görülebilir.
Yaşlı kişiler arasında da B1 vitamin eksikliğine rastlanır.
Antiasit ve doğum kontrol ilaçları kullananlar,
Karbonhidrat oranı fazla olan diyetle beslenenler,
Yoğun stres altında bulunanlar ve yoğun iş ortamında çalışanlarda thiamin ‘e gereksinimleri fazlalaşır.
Hamile ve emziren bayanların da bu vitamine ihtiyaçları artar.
B1 Eksikliğinde Nasıl Belirtiler Görülür ?
İştahsızlık
Enerji kaybı, yorgunluk
Depresif durumlar
Bacaklarda uyuşukluk
Unutkanlık
Kas krampları
Kabızlık
Göz sorunları
Kilo kaybı
Kan testi yoluyla da B1 eksikliği olup olmadığını öğrenebilirsiniz.
B1 Vitamini Nelerde Bulunur ?
Süt ve süt ürünleri
Sebzeler
Rafine edilmemiş tahıl
Meyve
Et ve balık
Pirinç kabuğu
Ayçekirdeği
Bira mayası
Bezelye de B1 vitamini içeren yiyecekler arasındadır.
B1 Vitamininin Günlük Kullanımı
Günlük alım miktarı 1- 1.5 mg’dır. B 1 vitamini tek başına alınabileceği gibi diğer B vitaminleriyle ( B kompleks ) birlikte de alınabilir.
Suda eriyen bir vitamin olan B1 vitamini diğer B vitamini çeşitleri ile beraber kullanıldığında daha etkili olur. Tiamin ısı ve ışığa duyarlıdır. B 1 vitamin fazla alınsa da vücutta depolanmaz idrar yoluyla atılır.
B1 vitamininin bilinen toksik etkisi yoktur.
Beta Glukan nedir ve Beta Glukan nasıl etki eder ?
Tarih: 28 Mayıs 2012
BETAGLUKAN NEDİR?
Betaglukanlar yulaf, arpa kepeği, buğday gibi tahıllarda, ekmek mayasının hücre duvarında ve bazı mantar türlerinde bulunan bir polysakkarittir.
Tahıl temelli betaglukanlar suda çözülme özelliklerinden dolayı insan beslenmesinde çözünür lif desteği olarak önemli rol oynarlar. Tahıllar arasında en yoğun miktarda betaglukanı yulaf içermektedir. Yulaf betaglukan'ının, insan sağlığı üzerine üç ayrı olumlu etkisi bulunmaktadır:
- Kolesterolü düşürmeye
- Kan şekerini dengelemeye
- Mide ve bağırsak çalışmasını düzenlemeye yardımcı olur
Suda çözülmeyen, ekmek mayası veya mantardan elde edilen betaglukanların molekül yapıları suda çözülenlerden farklıdır.
Bu nedenle suda çözülen ve çözülmeyen betaglukanların kullanım alanları, etki mekanizmaları ve genel biyolojik aktiviteleri arasında büyük farklılık vardır. Suda çözülmeyen betaglukanların bağışıklık sistemi üzerindeki etkisinden faydalanılırken, suda çözülenler, sindirim sisteminde oluşturdukları bal kıvamındaki jel yapısından dolayı kolesterol ve kan şekerini olumlu yönde etkileyerek kalp damar hastalıkları riskini azaltırlar.
Yulaf betaglukanının kolesterol ve glicemik indeksi düşürücü etkisi ile sindirim sistemi üzerindeki olumlu etkileri yüzün üzerinde yayınlanmış bilimsel çalışmada gösterilmiştir.
Betaglukan'ın sağlık üzerindeki olumlu etkileri FDA (Food Drug Administration) ve
EFSA (European Food Safety Administration) gibi gıda denetim kuruluşları tarafından da onay almıştır.
BETAGLUKAN ETKİ MEKANİZMASI
Şeker ve kalp rahatsızlıkları aynı zamanda yaşam tarzına bağlı rahatsızlıklar olarak da anılır. Dengeli ve iyi beslenme, düzenli spor yapma alışkanlıklarının eksikliği bu rahatsızlıkların ortaya çıkmasında önemli rol oynar. Yüksek kolesterol, yüksek kan şekeri ve fazla kilo kalp damar hastalıkları riskini artıran faktö+.
Kolesterol seviyenizi düşürerek kalp krizi riskinizi azaltabilirsiniz.
Günde üç gram yulaf betaglukanı “kötü” LDL kolesterolünüzü düşürür ve toplam kolesterol seviyenizde de %10'a kadar varan bir azalma sağlayabilmektedir.Betaglukanın kolesterolü düşürücü etkisi son 20 yılda yapılan pek çok detaylı araştırma ile ortaya koyulmuştur.
Kan şekeri seviyenizi beslenme alışkanlıklarınızı değiştirerek, spor yaparak ve kilo vererek düşürebilirsiniz.
Betaglucan viskoz bir jel oluşturarak midede ve bağırsakta hızlı emilen karbonhidratları içine alır ve böylece şeker emilimini yavaşlatır. Şekerin yavaş emilmesi kan şekeri seviyesinin aniden yükselmesini önleyerek dengenin yeniden kurulması için fazladan insülin salgılanması gerekliliğini ortadan kaldırır.7
Betaglukanın kan şekeri üzerindeki etkileri hakkında yapılan araştırmalar (günlük en az 3 gr) yemek sonrası kan şekerinin %36 seviyesinde düşük çıktığını göstermektedir. Ayrıca yemek sonrası oluşan fazladan insülin ihtiyacının da %44 gerilediği görülmüştür.
Betaglukan'ın sağlık üzerindeki olumlu etkileri FDA (Food Drug Administration) ve
EFSA (European Food Safety Administration) gibi gıda denetim kuruluşları tarafından onay almıştır.
Kaynaklar
4-Ripsin C M, et al. Oat products and lipid lowering: A meta-analysis. JAMA 267(24):3317, 1992.
5-Kabir M, et al. Four-week low glycemic index breakfast with a modest amount of soluble fibres in type 2 diabetic men. Metabolism, 51:819, 2002.
6-Pick, M. E., Hawrysh, Z. J., and Gee, M. I. Oat bran bread products improve long-term control of diabetes. A pilot study. J. Am. Diet. Assoc. 96:1254, 1996.
7 - Björck I, et al. Lowered bloodglucose and insulin response after a mixed breakfast with Oatwell betaglucan enriched musli. Abstract. Proc. 7th Int. Oat Conf. In press.
Çocuğunuzun Dondurmaya alerjisi olabilirmi?
Tarih: 24 Mayıs 2012
Dondurma yemeye ne zaman başlanmalı? Ne sıklıkla tüketilmeli? Dondurma ısırılarak mı yoksa yalanarak mı yenmeli? Sütlü mü, meyveli mi olmalı? Çikolatalı olmasının bir sakıncası var mı? Alerjik çocukları olan annelerin sorduğu bu soruların cevabını, Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak veriyor.
Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak; sevilen ve tüketilen bu gıdanın alerjik çocuklar açısından daha dikkatli tüketilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Sağlıklı çocuklara kıyasla alerjik çocukların daha kolay solunum yolu hastalıklarına yakalandıklarına ve daha zor atlatabildiklerine vurgu yapıyor. Prof. Dr. Tabak; “Dondurma deyince akla, soğuk olması, boğazı soğutması ve boğaz enfeksiyonlarına yatkınlık sağlaması geliyor. Üst solunum yolu enfeksiyonları ile mücadele eden bağışıklık sistemi hücreleri, savunma mekanizmasını oluşturuyor. Savunma hücreleri de damarlar yolu ile kanla boğaza ulaşıyor. Soğuk, damarları büzüştürüyor. Soğukta eller morarıyor ve üşüyor. Aynı şey boğaz için de geçerli oluyor. Soğuyan boğazda kan damarları büzüşüyor ve savunma hücreleri dokulara daha az ulaşmaya başlıyor. Bir viral enfeksiyon hali varsa ve üzerine dondurma yenmişse bunun üstesinden gelmek vücut için zorlaşıyor. Çünkü büzüşen damarlar nedeniyle savunma hücreleri o dokulara yeterince ulaşamıyor” diyerek oluşan duruma açıklık getiriyor.
Dondurmayı Yalayarak Yemek Gerekiyor!
Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak; çocukların bu mevsimde dondurmayı yalayarak yemelerinin, yutmadan önce ağızda eriterek yenmesinin en sağlıklı yöntem olduğunu belirtiyor. Dondurmayı yeme aralığının, çocuğun hastalanma sıklığı ile ters orantılı olduğunu söylüyor. Yoğun alerji yaşayan ve çok sık hastalanan çocuğun ise okul ve enfeksiyon dönemi bitmeden kesinlikle dondurma yememesini önemle tavsiye ediyor.
Alerjik Astımı Olan Çocuklar
Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak; alerjik astımı olan çocukların % 80’in de reflü görüldüğünü, bu grubun %60’ında ise reflünün belirti göstermediğini bu duruma “sessiz reflü” denildiğini söylüyor. Bu durumun çocuklarda iştahsızlık, karın ağrısı, mide bulantısı, geğirme, hıçkırık, gece diş gıcırdatma gibi belli belirsiz yakınmalar ile reflüye işaret edebildiğine dikkat çekiyor. Kafeinin zehir yerine geçtiğini, mide asit salgısını arttırdığını ve mideyi saran kasları gevşeten bir madde olduğunu sözlerine ekliyor. Sıcak veya buzlu Çay, buzlu kahve ve kolalı içeceklerin bol kafein içerdiğini, en büyük gizli tehlikenin ise çikolatadan kaynaklandığını vurguluyor. Alerjik çocuklar için dondurma seçimi yapılırken kakaolu ve çikolatalı olmamasına özen gösterilmesi gerektiğine değiniyor.
Prof. Dr. Yonca Tabak; reflü sorunu yaşayan bir grup çocukta fark edilmeyen gizli bir süt hassasiyeti yaşanıyor olabileceğine de dikkat çekerek, süt hassasiyeti gerek alerjik mekanizmalarla gerekse gıda intoleransı mekanizmaları üzerinden sorun yaratabildiğini belirtiyor. Bu durumda dondurma tercihinin sütlüden yana değil meyveliden yana kullanılmasının yerinde olacağını vurguluyor.
Prof. Dr. Yonca Tabak; genellikle çok masum bir sütlü yaz tatlısı olarak görülen dondurmanın alerjik çocuklarda bilinçli tüketilmesi gerektiğini, her alerjik çocuğun kendi içinde özel olduğunu ve kendine özgü beslenmesinin esas alınmasının önemli olduğuna değiniyor.
Tonalin CLA mucizesi
Tarih: 22 Mayıs 2012
Tonalin CLA mucizesi;
(Conjugated Linoliec Acid); doğal olarak ette ve mandıra ürünlerinde düşük miktarlarda bulunan bir serbest doymamış yağ asitidir. CLA, 1978 yılında Wisconsin Üniversitesi’ nden Michael W. Pariza tarafından etin pişirilme esnasındaki mutagen oluşumunu araştırırken rastlantı sonucu bulunmuştur. Yapılan araştırmalar Tonalin-CLA’ nın; vücuttaki kas ve yağ dengesini etkilediğini, depolanmış yağların azaltılmasında ve yağsız kasların arttırılmasında çok önemli bir rol oynadığını göstermiştir. CLA doğal olarak süt, peynir, biftek, kuzu ve hindi etine ilave olarak çoğu işlenmiş gıda da bulunur. İşlenmiş gıdalara en iyi örnek yüksek oranda CLA içeren Wiz peyniridir ( Cheez Wiz ). Fakat CLA’ nın aşağıda bahsedilen faydalarını görmek için bu gıdalardan önemli miktarlarda tüketmeniz gerekmektedir. Bu gıdaları çok miktarda tüketmek hem pratik değildir, hem ekonomik değildir, hemde aynı zamanda aldığınız yüksek kalori ve proteinden dolayı negatif etkilerle vücudunuzu cezalandırmak anlamına da gelmektedir. Bu nedenle, gerekli CLA’ yı elde etmek için daha ekonomik ve etkili yollar araştırılmıştır. Ayçiçek ve aspir yağında doğal olarak bol miktarda bulunan linoleik asiitten (LA) CLA elde edilmesiyle bu sorun çözülmüş olup; böylece yüksek kalorili besin almaksızın, belirlenen zamanda gerektiği kadar CLA alımına olanak sağlanmıştır.
Düzenli Tonalin-CLA alımı yağların vücutta depolanmasına yardım eden lipoprotein-lipaz enziminin çalışmasına engel olur ve dolayısıyla vücutta depolanan yağ miktarını azaltır, ayrıca daha önceden depolanmış yağları serbest bırakarak kan akışına dönmesini sağlar. Kan akışına geri dönen yağlar kaslarda enerji kaynağı olarak kullanılır. Bu nedenle CLA alımının bir egzersiz programı ile desteklenmesi kan akışına geri dönen yağların yakılmasını kolaylaştıracaktır. Vücuttaki 1 gr yağ, 1 gr kastan iki kat daha fazla yer kaplar. Zayıflamak için yapılan düşük kalorili bir diyet proğramı vücuttaki yağ miktarı ile beraber kas miktarını da düşürmektedir. Diyet bırakıldıktan sonra kaybolan kasların yeri yağ ile doldurulacağından, vücut tekrar kilo almaya başlar. Bu nedenle az yağlı bir diyet proğramı eşliğinde CLA alımı vücuttaki yağ miktarını azaltırken kas miktarını korur ve böylece diyet bırakıldıktan sonra formunuzu korumanıza yardım eder. CLA herhangi bir diyet, kilo verme veya egzersiz proğramından sonra kullanılırsa jo-jo etkisi denen yeniden hızla kilo alma problemininin giderilmesinde de yardımcı olur. Vücut geliştirme çalışması yapanlar da formlarını korumak ve yağsız kas miktarını arttırmak için Tonalin-CLA kullanabilirler.
Beslenme uzmanları Amerika’ da obezitenin (Aşırı şişmanlık) devamlı olarak artmasını, son 30 yıldır CLA oranı düşük veya hiç CLA içermeyen gıdalardaki tüketimin artmasına bağlamaktadırlar. Özellikle besi hayvanlarının meralarda beslenmek yerine suni yem ile beslenmeleri sonucu bu hayvanlardan elde edilen ürünlerin içerdikleri CLA miktarında % 65 oranında düşme görülmüştür. Araştırmalar CLA’ nın sadece vücuttaki yağları azaltırken kas miktarını arttıran veya koruyan bir yağ asidi değil, aynı zamanda dikkate değer bir şekilde anti-katabolik, anti-oksidant, bağışıklık sistemi güçlendiricisi, kolesterol düşürücü ve kanser önleyici etkileri olduğunu da göstermiştir. CLA göğüs kanseri, prostat kanseri ve damar sertliği riskini azaltmaktadır. Ayrıca şeker hastalarının kan şekerini kontrol altına almalarına da yardımcıdır.
Tonalin-CLA, 1000 mg’lık kapsüller (%70 CLA) halinde sunulmuş olup, ek gıda olarak günde 3 defa yemeklerden 1 saat önce 1 bardak su ile 1-2 kapsül alınabilir. Bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur.
- tonalin clatonalın cla,
- tonalin cla nedir,
- tonalin cla faydaları,
- cla nedir,
- tonalin cla yorumlar,
- cla tonalin yorumları,
- tonalin nedir,
- tonalın cla nedir,
- cla tonalin nedir,
- cla faydaları,
- tonalın,
- tonalin cla kullananlar,
- CLA Tonalin,
- tonalin,
- cla yan etkileri,
- cla tonalin yan etkileri,
- cla yorumları,
- cla tonalın,
- tonalinle kilo verme,
- aspir yağı ve cla
Dut Yaprağı mucizesi
Tarih: 16 Mayıs 2012
AH ŞU KADRİ BİLİNMEDİK
DUT
- Farklı iklim ve toprak şartlarına adaptasyon kabiliyeti yüksek olan dut, hem ılıman hem de sub-tropik iklim şartlarında yetişebilen bir meyve türüdür. Dut’un genetik kaynaklarındaki geniş çeşitlilik dünyada geniş bir yetişme alanı bulmasını sağlamıştır
- Yetiştiriciliği yapılan ve meyvesinden yararlanılan dut tip ve çeşitleri genel olarak Morus alba L. (beyaz dut), Morus nigra L. (kara dut ) ve Morus rubra L. (kırmızı veya mor dut) olarak adlandırılabilir.
Dutun Tıbbi Faydaları
- İnternette ‘morus alba ‘ “beyaz dut” için verilen bilgiler şöyle:
- Analjezik (ağrı kesici)
- antihelmintik (parazit önleyici)
- antibakteriyel (mikrop öldürücü)
- antitussive (öksürük kesici)
- astringent (büzüştürücü, sıkıştırıcı,kan durdurucu)
- diaphoretik (terlemeyi artırırcı)
- diüretik (idrar söktürücü)
- emollient (yumuşatıcı)
- expektorant (balgam söktürücü)
- hipoglisemik (kan şekerini düşürücü)
- hipotansif (tansiyon düşürücü)
- odontaljik (diş ağrısını giderici)
- oftalmik (gözle ilgili)
- pektoral (göğüs ve solunum yolu hastalıklarını iyileştirici)
- purgatif (müshil)
- sedatif (sakinleştirici)
- tonik (kuvvetlendirici)
- Netteki çeşitli Türkçe sayfalarda ise dutun yararları ile ilgili bilgiler başlıca şunlar:
- “Beyaz dut yaprakları idrar söktürür, vücutta biriken suyu boşaltır.
- Aç karnına yenen beyaz dut barsak solucanlarını döker.
- Dutun taze yaprakları ile derideki yaralara ve burundaki kanamalara tampon yapılırsa kanamalar durur.
- Ne şekilde tüketilirse tüketilsin iyi bir kan yapıcıdır.
- Sabah aç karnına yenir ve üzerine su içilirse barsakların çalışması temin edilir.
- Beyaz dutun 15-20 gr. yaprağı 3 su bardağı ile kaynatılırsa iyi bir idrar söktürücü olduğu görülür. Bu terkip aynı zamanda ateş de düşürür.
- İştah artırır, enerji verir.
- Kalsiyum, demir,B1,B2 ve C vit. yönünden zengin.
- Karadut şurubu ya da karadutun yaprak ve kabuklarının kaynatılması ile elde edilen sıvı ağız ve boğaz antisepsisinde, diş eti iltihaplarında kullanılır.”
- Montfort Üniversitesi uzmanlarından Gerry Potter : “Üzüm, dut ve yerfıstığında bulunan ‘resveratrol’ isimli molokülün pek çok ürünün bozulmasına yol açan mantarlara karşı savaştığını biliyorduk ama son yapılan araştırmalarda, bu maddenin vücutta kanser hücrelerini hedef alarak onları tahrip eden, kanser karşıtı bir unsura dönüştüğünü saptadık.” diyor.
- … Japon araştırmacılar beyaz dut yapraklarının extrelerinde bir seri biyolojik olarak aktif bileşenler saptamışlar. Bu bileşenler, hücre paslanmasını önleyici (antioksidan) ve ateroskleroz (damar sertleşmesini)’u engelleyici ve damarlarda kolestrolden zengin plakların oluşumunu baskılayıcı etkiye sahipler.
- Japonlar bu etkilerin sevindirici olduğunu ama dut yapraklarının bundan daha fazlasına da sahip olduklarını ileri sürüyorlar. Yaprakların aynı zamanda yüksek kan şekeri seviyelerini düşüren bileşiklere sahip olduğunu ileri sürmekteler. Bu bileşikler şekerlerin bağırsaktan emilimlerini sağlayan enzimleri baskıladıkları için şekerin kandaki seviyesi yükselemiyor.
- İnternet üzerinden dut yaprağı özütleri ve dut yaprağı çayları başta şeker hastalığı ve olmak üzere çeşitli hastalıkların tedavisinde ilaç desteği olarak pazarlanıyor.
- Dut yapraklarından yapılan çaylar beden ve
- zihin gevşetici, rahatlatıcı olarak kullanılıyor
- Son yıllarda yapraktan elde edilen özütlerin elefantiyazis (fil hastalığı) ve tetanos tedavisinde de önemli sonuçlar ortaya çıkardığı bildirilmektedir.
- 2006 da yayınlanan bir çalışmada ise dutun beyin damarlarındaki tıkanıklıklar sonucu oluşan sinir tahribatını azalttığı ispatlanmıştır.
- Ayrıca yara iyileşmesini ve epitelizasyonu hızlandırdığı,iltihaplamayı önleyici ve anti histaminik etkilere sahip olduğunu düşündüren deneyimler halk arasında da zikredilmektedir.
- Dharmanda dutun debilite (zafiyet) durumlarında diğer destekleyicilerle birlikte besleyici, güçlendirici bir ilaç olarak yaygın olarak kullanıldığı; kansızlık, baş dönmesi,düşük libido gibi semptomları olan kişiler tarafından kullanılabileceği; vücut sıvılarını besleyip üretimini artırdığı; dolayısıyla göz kuruluğu olan ve gözlerini çok kullanan kişilerin dut suyu içtikleri takdirde görüşün güçlenebileceğinden bahsediyor.
- Dharmananda bir sağlık meşrubatı olarak taze dut suyunun, son yıllarda ticari olarak üretildiğini ve Çin , Japonya ve Kore’de çok popüler olduğunu söylüyor.En ilginci ise orijinal dut suyunun hiçbir prezervatif madde (koruyucu) eklemeden,soğuk depolarda 3 ay, şişelendiği zaman ise oda sıcaklığında 12 ay tazeliğini koruması…
- Yani depolama ve nakliyatında bozulma gibi bir riski yok.
- Ancak burada bahsedilen
ve nette reklâmı yapılan
dut sularının hepsi
- Karadut suyu
- Karadut, kendine kara ya da kırmızı rengi veren antosiyaninlerden yana çok zengin olan bir meyve. Antosiyaninlerin en önemli özellikleri ise çok güçlü antioksidan (hücre paslanmasını önleyici) bir madde olmaları. Fakat aynı zamanda kalp-damar hastalıklarına karşı koruma, bağışıklığı güçlendirme,antiviral aktivite ve stresi azaltma gibi sağlık etkilerini de içlerinde barındırıyorlar.
- Dünyada başta Çin,Japonya,Kore,Amerika,Avrupa ve diğerleri olmak üzere sınırsız bir karadut suyu pazarı var.Ve internet üzerinden de pazarlaması yapılıyor.
- Dut yaprağı ise tamamı ile yenebilirdir ve gayet lezzetlidir.İçinde hiçbir toksik madde içermediği gibi geniş bir besleyici bileşikler yelpazesine sahiptir.
*Bu besleyici maddeler arasına proteinler (ki bu %25 gibi yüksek bir orandır), şekerler, polifenoller, flavonoidler, steroidler, triterpenler, vitaminler ve mineraller dahildir.
- Bu yüzden Hindistan’daki bir grup besin araştırmacıları, beyaz dut yaprağının iyi bir gıda kaynağı olabileceğini ileri sürerek bu yönde çalışmalar yapmışlar. Çalışmalarına göre,dut yaprağı tozu ile buğday ununun ¼’lük karışımının, hint mutfağında kahvaltı ve akşam yemeğinde yaygın olarak tüketilen “paratha” nın yapımında kullanmayı önermekteler
- Yüksek besleyiciliği olan,toksik olmayan ve ucuz dut yaprakları Hindistan’daki büyük bir çoğunluğu vejeteryan olan fakir halkın açlık sorunlarına karşı güçlü bir çıkar yol olarak olarak görülmektedir.
- Dut yapraklarının büyük baş hayvan besiciliğindeki önemi ise yeni keşfedilmiştir.Bu konuya yönelik dut araştırmalarına, yalnızca, 2-3 yıl öncesinde başlanmıştır.Hayvan yemi olarak duta gösterilen ilgi, 2002 yılında FAO (Besin ve Tarım Organizasyonu) nun Hayvan Üretimi Merkezi (Animal Production Service) tarafından bir elektronik konferans hazırlanmasına yol açtı.
- Sindirilebilir besin maddeleri bakımından dut yaprağı bilinen kaba yemlerin çoğundan, mükemmel denilebilecek düzeyde daha iyi durumdadır. Dut yaprağı süt sığırı rasyonlarında konsantre yemin bir kısmının yerine; koyun, keçi ve tavşanlar için ise temel yem olarak ; tek mideli (Tavuk,balık ve domuz gibi) hayvanların rasyonlarına da yem ham maddesi olarak katılabilir.
- Lokal olarak yetiştirilen dut yapraklarının besin değeri tahıllara dayalı olarak hazırlanan konsantre yemlerinkine eşittir. Bu yüzden dut yaprakları bir çok kaba yem karışımı için ideal bir ham maddedir.
- Dut’a dadanan pek bir zararlı yoktur, o yüzden herhangi bir tarım ilacı kullanılmaz.Bakımı için kimyasal gübre vs.de gerektirmez. Dolayısıyla dut, (özellikle bizim bölgemizde) dünyanın en organik ürünlerinden biridir.
DUTUN SANAYİDE OLASI KULLANIMLARI
1 - Dut yaprağından çayı yapılabilir,ve diğer bitki çayları gibi pazarlanabilir. (rahatlatır,idrar söktürür,ateş ve şekeri düşürür.)
2 - Dut yapraklı halk ekmek (Günde 15-20 tane ekmek tüketen ve yalnızca bununla beslenen aileler var.Içinde yüksek protein ve vitaminlerle proteinler içeren bir ekmek halkımızın gizli açlık sorununun çözümünde bir katkı sağlayabilir.)
Ayrıca dut yaprağı Çin’de de,özellikle sağlıklı besinler kategorisinde , kek bisküvi, çörek gibi mamullerin içeriğinde kendine yer bulmuştu. (Cilt Güzelliği Kurabiyesi)
3 - Hayvan besiciliğinde yem bitkisi olarak yem sanayiinde(Organik süt üreticilerine organik dut yaprağından yapılan yem);
Aynı şekilde organik tavuk, domuz, tavşan, balık vs.ye dut yaprağı yemi…..
4 - Meyve suyu sanayiinde (Özelikle kara dut suyu olarak);
veya beyaz dut suyu karışık meyve sularınının içinde ya da çeşitli içeceklerin doğal şekeri olarak kullanılabilir.
5 - Kara dut’un içinde ki boyayıcı maddeler doğal boyası olarak gıda, tekstil ve ilaç sanayinde kullanılabilir.
6 – Ağaç endüstrisinde
-Suya dayanıklı olması dolayısı ile yat, tekne,
bot yapımında;
-Banyo malzemeleri ve sauna yapımında
-Mutfak araç gereçleri yapımında
-Organik bebek ve çocuk mobilyaları ve oyuncakları yapımında,(organik ürünlerin her türünün pazar payının son derece süratle geliştiği zengin Kuzey Amerika,Avrupa ve Japonya gibi ülkelere ihracat mümkün.Normalde oyuncak sektöründe pazar tamamen Çin'e kaptırılmış durumda,ama yeni bir organik marka yaratılırsa rekabet edebilebilir.)
-Müzik aletleri yapımında kullanılabilir.
7 - Peyzaj mimarisinde Avrupa’da ve Asya’da çeşitli yerlerde kullanılan güzel bir ağaçtır.
8 - Yaş meyve olarak tüketim
9- Kurutulmuş haliyle tüketim
10-Orcik,pestil ,pekmez gibi yaş ve kuru meyveden elde edilen yan ürünlerin imalatında kullanımı zaten iyi bilinmektedir.
İnternette dutun püre ve kuru dut halinde pazarlanması ile ilgili görüntüler…
11-Ilaç sanayinde,
12-Kozmetik sanayinde (Örn.Kayısı kremi oluyor da dut kremi niye olmasın?.. Veya saçların ağarmasını geciktiren dutlu şampuanlar?!!!!...)
İnternette, içeriğinde dutun kökünden elde edilen bileşiklerin yer aldığı cilt ağartıcı kozmetiklerin pazarlaması yapılıyor.
Uzakdoğuda diş ağartıcı preparatların içinde %1 kadar oranda dut kökü özütü katarak 2005’de bunun patentini almışlar.
13-Alkollü içecekler ve fermente ürünler imalatında kullanılabilir.
-Dut rakısı,
-Dut şarabı,
-Dut sirkesi,
14-Tatlandırıcı olarak,(şeker yerine)
15-Bebek maması olarak
16-Hazır çorba vs.lerin içine kabuğundan elde edilen maddeler kıvam arttırıcı olarak kullanılabilir.
Duttan kağıt üretimi ve çuval yapımında da yararlanılır .
* Dutun sapları ve sap tozları yemeklik mantar üretiminde iyi bir ortam kaynağıdır.
*Kore’de bio-etanol üretiminde kullanılmış.
*Ve tabii ki en önemli kullanım alanlarından biri de ipek böcekçiliğidir.
Sonuç olarak;
Meyvesi,yaprağı,odunu,kabuğu,kökü ile yüzyıllardır yöremizde, insanından hayvanına, börtü böceğinden kurdu kuşuna, sessiz sedasız hizmet veren bu kalender, bu kutsal ağacın artık kıymetinin bilinmesi zamanı gelmiştir.
Ne Tarım Bakanlığımızca,ne Üniversitelerimizce,ne de orman ağacı sayılmadığı için Orman Bakanlığımızca sahiplenilmemiş bu öksüz ağaca sahip çıkmamız, atalarımıza olan borcumuzdur.
- Sultan 1.Murad Turbe bahcesindeki Dut Agaci 1389 yilinda dikilmis. 2006 itibariyla 617 yasinda.
Bu amaçla ilk etapta bir Organik Dut Üreticileri Birliği; daha sonra da bir Dut Araştırmaları Enstitüsü kurulması için çalışılmalıdır.
Sabrınız için çok teşekkürler…
Dr.Gülnur Gürler
Tomoğrafi Kansermi yapıyor?
Tarih: 08 Mayıs 2012
Tomoğrafi Kansermi yapıyor..?
Ingilterede tomografi yasaklandi!
Normal röntgenden onlarca kat fazla radyasyon verilmesine neden olan
tomografi çekimlerine İngiliz Sağlık Bakanlığı'ndan yasak geldi.
Sağlıklı kişilerin vücut tomografisi çektirmesi yasaklandı. Bakanlığa göre,
vücüdun maruz kaldığı radyasyon nerdeyse Hiroşima'da atom bombasından kurtulan
kişilerdeki kadar.
Vatan gazetesinin haberine göre İngiliz Sağlık Bakanlığı önceki akşam
çok kritik bir karara imza atarak sağlıklı kişilerin vücut tomografisi
çektirmesine yasak getirdi. Bu yasağa gidilmesine gerekçe olarak
tomografi sırasında yayılan ve vücuda nüfuz eden radyasyon oranının çok
yüksek olması gösterildi. Tomografi çektirmek geçen yıllarda
osteoropoz, kalp rahatsızlığı, damar tıkanıklığı ve diyabet gibi
hastalıkları önceden tespit edebildiği için sağlık uzmanları
tarafından sıklıkla tavsiye ediliyordu. Sağlıklı bireylerin her 5
yılda bir tomografi çektirmesini öneren doktorların bu tavsiyesi
üzerine harekete geçen bakanlık tüm vücudu tarayan tomografinin normal bir
röntgenden 400 kat daha fazla radyasyon yaydığını tespit edince yasak kararı
aldı. Tomografiye sağlıklı giren her 50 hastadan birinin maruz kalınan
radyasyon nedeniyle çekim sonrasında kansere yakalandığı
belirtildi.
1 TOMOGRAFİ 442 RÖNTGENE BEDEL
Yayınlanan raporda sık tomografi çektirenlerin vücutlarındaki birikmiş
radyasyon seviyesinin II. Dünya Savaşı'nda Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan
atom bombalarından kurtulanlarla eş seviyede olduğu belirtildi. Sıradan bir
röntgen vücudu görüntülemek için tek bir ışın gönderirken tomografide daha
detaylı bir görüntü elde etmek için art arda birçok ışın gönderiliyor. 2009
sonunda California Üniversitesi'nde görevli Prof. Rebecca Smith-Bindman'ın
1.119 kişiyi inceleyerek yürüttüğü araştırmada tek bir tomografinin 442 göğüs röntgenine ve 74
mamografiye (meme röntgeni) eş oranda radyasyon yaydığı ortaya
çıkmıştı. Uzmanlar tomografideki bu riske karşın MR'ın hiçbir yan
etkisi olmadığı konusunda görüş birliğine vardı. MR çekimleri
sırasında sadece radyo dalgaları kullanılıyor. Bunlar da insan
sağlığına daha zararsız.
"ETKİLERİ 30 YIL SONRA ORTAYA ÇIKAR"
Konuyla ilgili uzman görüşleri şöyle:
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta: Türkiye'de bir çok insan tomografi
çektiriyor. Hastaya x ışınlarının yani radyasyonun verilmesi kansere sebep
olan şeydir. Bunlar vücutta kalıcı olduğu için yok edilemez. Hiç şikayeti
olmayan bir kişiyi teşhis edelim diyerek tomografiye
sokulmaz. İnsan tomografi çektirdiği anda kanser olmuyor. 30 ya da 40 yıl
sonra ortaya çıkıyor.
Prof. Dr. Murat Kınıkoğlu: Diğer tetkiklere göre üstün yönleri var ama
kanser riskini artırması büyük bir dezavantaj. Baş ağrısı nedeniyle
tomografiye giren 10 bin hastadan birinde beyin tümörü çıkıyor.
Zararlı madde X ışınıdır. Tomografilerde, basit röntgen tetkiklerinden
50-200 kez daha fazla X ışını alınır. Küçük yaştakilerde ve hamile
kadınlarda radyasyona bağlı kanserojen etki daha çoktur. (Vatan)
Çörek Otunun Faydaları
Tarih: 07 Mayıs 2012
Çörek Otu nun Faydaları;
Ebû Hureyre'nin nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v) "Çörek otunda ölüm hariç her türlü hastalığın şifası vardır"demiştir (Buhârî, "Tıp", 7; Müslim, "Selam", 88; İbn Mâce, "Tıp", 6; Tirmizî, "Tıp", 5). İbn Şihab, bu hadiste geçen "sâmm" kelimesinin "ölüm" anlamına geldiğini ifade etmektedir.
Çörek otu, son iki yıldan bu yana daha önce görmediği kadar bir ilgiyle karşılaşmıştır. Bu konuda zaman zaman bazı çalışmalar yayınlanmıştı. Ancak geçen son iki yıl zarfında güvenilir uluslar arası dergilerde onlarca ilmî araştırma yayınlandı. Bu araştırmaların büyük bir kısmı hayvanlar üzerinde yapılmışsa da çörek otunun faydası üzerine gerek doğuda ve gerekse batıda yayınlanan araştırmaların insanı hayrette bırakacak sayıda çok olması ve çeşitliliği gerçekten ilgi uyandırmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v) "Size çörek otunu tavsiye ediyorum. Çünkü onda ölüm hariç her derdin devası bulunmaktadır"buyururken nasıl uyandırmaz ki! Gerçekten laboratuar araştırmaları, çörek otunun bağışıklık sistemini güçlendirdiğini ve buna bağlı olarak vücudu tahrip eden mikroplara ve virüslere karşı gücünü, ayrıca kansere karşı direncini artırdığını ortaya koymuştur. Bugün Amerika'nın en büyük enstitüsünde Dr. Ahmed el-Kâdî ve Dr. Üsame Kandil ileri safhadaki kanser ve aids hastalarına bala katılmış çörek otu vermektedirler.
Londra Kings College Üniversitesinde yapılan bir çalışma 1997 yılında yayınlandı. Yapılan araştırmada çörek otunun iki çeşit yağ ihtiva ettiği ortaya kondu. Bunlar % 0.45 oranında anti enflamatuar (iltihap önleyen) özelliğe sahip olan uçucu yağ, diğeri ise % 33 oranında sabit yağdır.
Araştırmacılar çörek otunun uçucu yağının romatizma gibi, eklem hastalıkları iltihabını hafifletmede etkin olduğunu ortaya koymuşlardır.
Londra Kings College Üniversitesinde yapılan bir araştırma, çörek otunun bazı mikropların etkinliğini yavaşlattığını ve iltihap oluşmasını engelleyici bir özelliğe sahip olduğunu ortaya koymuştur.
Çörek otunun nefes darlığı ve solunum yolları iltihabının tedavisinde faydalarına işaret eden bir araştırma yapılmıştır. Bir başka araştırmada çörek otu özünün meme, prostat, cilt kanseri gibi bazı kanser türlerinde kanser hücrelerinin gelişmesini yavaşlatmayı başardığı ortaya konmuştur. Bir başka araştırma çörek otunun fagositik (phagocytic) hücrelerinin candida albicans adındaki bir çeşit mantar türünü yutma gücünü arttırdığını ortaya koymuştur.
Bu makalede bu alanda yayınlanmış yeni çalışmalardan birkaçına değinmek istiyoruz.
Çörek Otu Karaciğeri Tahripten Korur
Bilindiği üzere çörek otu yağı, karaciğeri bazı zehirli türlere karşı koruyucu bir etkiye sahiptir. Çörek otunun halk tarafından karaciğer hastalıklarında şifalı bitki olarak kullanılmakta olduğunu da bilmekteyiz.
Bundan dolayı Demmam Kral Faysal Üniversitesinden Dr. el-Ğâmidî, yaptığı bir çalışmada çörek otu çözeltisinin fareler üzerinde karaciğeri carbon tetrachloride adındaki zehirli maddeye karşı korumadaki etkisini ortaya koymuştur.
Bu araştırma 2003 Mayısında Am J. Clin Med Dergisinde yayınlanmıştır. Yapılan çalışma göstermiştir ki çörek otu çözeltisi, karaciğer üzerine carbon tetrachloridin zehirli etkisini azaltıcı bir sonuç vermektedir.
Çörek otu verilen farelerde karaciğer enzim düzeyi daha düşük çıkmıştır. Bunun yanında karaciğer dokusu üzerine zehirli maddelerin etkisi ise daha az görülmüştür.
Bir başka araştırma 2003 Eylül'ünde Phytother Res Dergisinde yayınlanmıştır. Bu makalede araştırmacılar carbon tetrachloride gibi zehirli maddeler verilen farelerde çörek otu tedavisi neticesinde karaciğer tahribatının daha az olduğunu ortaya koymuştur.
Çörek Otunun Karaciğer Kanserinden Korumadaki Etkisi
J. Carcinog Dergisinin 2003 sayısında yayınlanan bir çalışmaya göre Sri Lanka Kelaniya Üniversitesinden uzmanlar diethylnitrosamine vererek karaciğer kanseri oluşturdukları 60 fare üzerinde araştırma yapmışlardır. Bu farelerden bir grubuna çörek otundan bir karışım verilirken, diğer gruba sadece ot verilmiştir. Daha sonra araştırmacılar bu fareleri on hafta süreyle izlemeye almışlar ve deney farelerinde karaciğer dokusunu inceledikten sonra kanser etkisinin şiddetinin çörek otu karışımı ile tedavi edilen farelerde daha az olduğunu ortaya koymuşlardır. Araştırmacılar buradan bu çeşit maddelerin karaciğeri kanserojen etkilerden korumada payı olduğu sonucunu çıkarmışlardır.
Çörek Otunun Kolon Kanserinden Korumadaki Etkisi
Acaba insan çörek otu sayesinde kolon kanserinden korunabilir mi? Mısır Tanta Üniversitesinden araştırmacılar bu soruya cevap vermeye çalışmış ve araştırmalarını 2003 Şubatında Nutr Cancer Dergisinde yayınlamışlardır. Araştırmacılar 45 fareye kolon kanserine yol açan kimyasal madde vermişler, 30 fareye de ağız yoluyla çörek otu yağı içirmişlerdir. Deneyin yapılmasından on dört hafta sonra çörek otu yağı verilen farelerde kolon, karaciğer veya böbrek üzerinde herhangi bir kanserli değişiklik olmadığını görmüşlerdir. Bu da bize çörek otunun uçucu yağının kolon kanseri oluşumunu engellemedeki gücünü göstermektedir.
Çörek Otu ve Meme Kanseri
A.B.D Jackson Mississipi Üniversitesinde yapılan ve Bio Med Sci Instrum Dergisinde 2003 yılında yayınlanan bir çalışmada araştırmacılar çörek otu özü kullanmanın meme kanseri hücrelerini yavaşlatmadaki etkisini ortaya koymuşlardır. Bu çalışma bu alanda daha fazla çalışmanın kapısını aralayacak niteliktedir.
Çörek Otu ve Şeker Hastalığı
2003 Aralığında Tohoku J Exp Med Dergisinde yayınlanan bir çalışmada Türkiye 100. Yıl Üniversitesinden araştırmacılar şeker hastalığına yakalattıkları 50 fare üzerinde deney yapmışlardır. Bunu farelere karın zarından (periton) girerek streptozotocin maddesi vererek yapmışlardır. Bundan sonra fareler iki gruba ayrılmıştır. Birinci gruba otuz gün süre ile her gün karın zarından (periton) uçucu çörek otu yağı verilmiştir. Diğer gruba ise çörek otu yağı içermeyen tuzlu bir sıvı verilmiştir. Araştırmacılar şeker hastalığına yakalanmış farelerde çörek otu yağının kanda şeker oranını düşürdüğünü ve insülin miktarını arttırdığını tespit etmişlerdir. Ayrıca çörek otu yağı insülin salgılanmasından sorumlu pankreasta beta hücrelerini harekete geçirip, çoğaltmıştır. Bu da çörek otunun şeker hastalığının tedavisinde yardımcı olabileceğini ortaya koymaktadır.
Japonya'da yapılıp 2002 Aralığında Ress Vet Sci Dergisinde yayınlanan bir çalışmada araştırmacılar çörek otu yağının şeker hastalığına yakalandırılan farelerde insülin salgısını arttırdığını tespit etmişlerdir. Deney farelerinde çörek otu yağı kanlarında şekerin düşmesine yol açmıştır.
Dr. Muhammed ed-Dehâhınî'nin 2002 yılında Planta Med Dergisinde bir araştırması yayınlanmıştır. Doktor bu çalışmasında kan şekerini düşüren çörek otu yağının etkisinin kanda insülin miktarını arttırarak değil, aksine pankreas harici bir yoldan sağlamış olabileceğini ileri sürmüştür. Fakat bu konuda daha çok bilimsel çalışma yapmaya ihtiyaç vardır.
Türkiye'de 100. Yıl Üniversitesinde yapılıp, 2001 yılında yayınlanan bir araştırmada bu kez Yeni Zelanda tavşanları kobay olarak kullanılmıştır. Tavşanlar iki gruba ayrıldıktan sonra bir grup şeker hastası yapılmış ve ağız yoluyla iki ay süreyle günlük olarak çörek otu özü ile tedavi edilmiştir. Araştırmacılar bu inceleme sonunda çörek otu özüyle tedavi edilen tavşanlarda kan şekerinin düştüğünü, bunun yanında damar sertliği oluşumunu azaltmada rolü olan antioksidan maddelerin arttığını tespit etmişlerdir.
Çörek Otu ve Alerjik Hastalıklar
Berlin (Almanya) Charite Üniversitesinde yapılan bir çalışmaya göre araştırmacılar alerjik hastalıklara yakalanmış 152 hasta üzerinde bir çalışma yapmışlardır. (Bu hastalarda alerjik burun iltihabı, astım ve egzama hastalıkları bulunmaktaydı.) Yapılan çalışma Tohoku J Exp Med Dergisinin 2003 sayısında yayınlanmıştır. Bu alerjik hastalar, çörek otu yağı ihtiva eden kapsüllerden günlük 40- 80 mg. arası verilerek tedavi edilmişlerdir.
Hastalardan bu deney süresince özel ölçüm araçlarıyla kendilerindeki belirtileri kaydetmeleri istenmiştir.
İmmunglobilin-E (IgE) ölçümü gibi laboratuar tetkikleri ile hastaların akyuvar sayısı, cortizol hormon düzeyi, iyi huylu (HDL) ve kötü huylu (LDL) kolesterol düzeyleri ölçülmüştür. Yapılan çalışmalar astım veya alerjik burun iltihabı ya da egzama hastalığına yakalanmış kişilerde belirtilerin iyiye doğru gittiğini ortaya koymuştur. Bu hastalarda trigliserid düzeyi hafif miktarda düşmüş, buna karşılık faydalı kolesterol düzeyi açık biçimde yükselmiştir. Diğer yandan da cortizol veya lenfositlerde kayda değer bir etki görülmemiştir.
Alman araştırmacılar, yaptıkları deneyden çörek otu yağının alerjik hastalıklarda ek bir ilaç olarak etkin olduğu sonucunu çıkarmışlardır.
Çörek Otu ve Nefes Darlığı
Senelerden beri çörek otu ilaçları öksürük ve solunum yolu hastalıklarında kullanılmaktadır. Acaba bunun doğru olduğuna bilimsel ve modern bir delil bulunmakta mıdır?
Riyad Kral Suud Üniversitesinden araştırmacılar çörek otu yağının antı enflamatuar etkisini kobay olarak kullandıkları Hint domuzunun (Guinea Pig) nefes borusu (Trachea) üzerinde araştırmışlardır. Araştırma neticesinde anti enflamatuar etkinin nefes borusu adaleleri üzerinde gevşetici bir role sahip olduğunu görmüşlerdir. Bir başka ifadeyle çörek otu yağının anti enflamatuar özelliğinin nefes borusu adalesini genişlettiği ortaya çıkmıştır. Bu da nefes darlığının tedavisine yardımcı olmaktadır.
İshal ve Nefes Darlığı Tedavisinde Çörek Otu
Bilindiği üzere çörek otu ishal ve nefes darlığında uzun senelerden beri kullanılmaktadır. Dr. Cilani, çörek otu özünün nefes borusunu genişletici ve adalelerini gevşetici (spasmolytic) etkisini öğrenmek için laboratuar çalışması yapmıştır.
Yapılan çalışma, çörek otu yağının kalsiyum salgılanmasını engelleyerek adaleleri gevşetici ve nefes borusunu açıcı bir etkisi olduğunu ortaya koymuştur. Bu da çörek otunun şifalı bitkiler alanında bilinen etkisini açıklayan kuralı vermektedir.
Çörek Otu ve Mide Hastalıkları
Çörek otunun mide zarını koruyucu etkisi bulunmaktadır. Kahire Üniversitesinden araştırmacılar midelerinde yara açtıkları fareler üzerinde deneylerde bulunmuşlar ve denek farelerini, çörek otu yağı veya (içindeki etkin özellik) anti enflamatuar ile tedavi etmişlerdir. Yapılan deney, bu iki maddenin mide zarını tahriş edici etkenlerden veya mideye zararlı yaralardan koruduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
İskenderiye Üniversitesinde görevli ve çörek otu alanında uluslararası üne sahip büyük uzman Dr. Muhammed ed-Dahâhınî bu konuda bir çalışma yapmıştır. Dahâhınî, fareler üzerinde yaptığı çalışmada çörek otunun alkolün sebep olduğu tahrişlerden mide zarını koruyucu etkisini incelemiştir. Bu araştırma neticesinde çörek otu yağının alkolün sebep olduğu mide tahrişlerine karşı etkin koruyucu bir tesiri olduğunu ortaya koymuştur.
Çörek Otu ve Böbrek Hastalıkları
Ezher Üniversitesinden araştırmacılar çörek otundaki anti anti enflamatuar özelliğin böbrek rahatsızlığına olan etkisi üzerine bir çalışma yapmışlardır. Doxorubicin maddesi vasıtasıyla fareler üzerinde yapılan çalışmada anti enflamatuar (çörek otundaki etkin özellik) idrar yoluyla protein ve albümin atımını yavaşlattığı tespit edilmiştir. Ayrıca çörek otunun böbrekte meydana gelen olumsuz etkileri yavaşlatan anti oksidan madde içerdiği görülmüştür. Bu da anti enflamatuar özelliğin böbreği hasta olmaktan koruyan bir rolünün olabileceğini göstermektedir.
Çörek Otunun Kalp Ve Damarları Koruyucu Etkisi
Bilindiği üzere kanda bulunan homocysteine maddesinin yüksekliği kalp, beyin ve periferik damarlarda genişleme meydana getirmektedir. Bilginler hastaya vitamin (folikasit, vitamin B 6, vitamin B 12) verilmesinin kandaki homocysteine düzeyini düşürdüğünü göstermiştir. Buradan hareketle araştırmacılar, Kral Suud Üniversitesinde (Suudi Arabistan) çörek otunun kandaki homocysteine düzeyine olan etkisini incelemişlerdir. Yapılan bu çalışma 2004 ocağında Int J Cardiol Dergisinde yayınlanmıştır.
Araştırmacılar bir hafta boyunca otuz dakika süreyle bir grup fareye çörek otunda bulunan anti enflamatuardan 100 mg. vermişlerdir. Bunun neticesinde anti enflamatuar özelliğin kanda homocysteine maddesinin yükselmesine karşı etkili olduğunu tespit etmişlerdir. (Doğal olarak farelere bu deneyden önce homocysteine maddesinin düzeyini yükseltecek ilaç verilmiştir.)
Homocysteine maddesinin kandaki yüksekliği trigliserit, kolesterol ve vücuda zararlı oksidan maddelerin düzeyinin yükselmesine yol açmaktadır. Araştırmacılar çörek otu özünün homocysteine düzeyinin yüksekliğine eşlik eden zararlı maddelerin azalmasına yol açtığını görmüşlerdir. Bu, çörek otu yağının homocysteine düzeyinin yüksekliği ile ona eşlik eden kan yağlarının yükselmesi neticesinde meydana çıkan zararlı etkilerden kalbi ve damarları korumasının mümkün olduğu anlamına gelmektedir. Hiç kuşkusuz bu alanda daha fazla araştırma yapmaya ihtiyaç vardır.
Çörek Otunun Antioksidan Oluşu
J Vet Med Clin Med Dergisinin 2003 Haziran sayısında bir araştırma yayınlandı. Bu çalışmayı yürüten doktorlar carbon tetra celoride verilen farelerde çörek otunun antioksidan olarak etkilerini tespit etmek için bir deney yaptılar. Bu deney 60 fare üzerinde gerçekleştirildi ve birçok fareye karın zarından (periton) girerek çörek otu yağı verildi. Bu deney 45 gün sürdürüldü. Deney neticesinde araştırmacılar çörek otu yağının lipid peroxidation düzeyini düşürdüğünü, buna karşılık antioksidan maddeleri arttığını tespit ettiler. Bilindiği üzere antioksidan maddeler, vücudu birçok dokuda tahribat oluşturan ve damar sertliği, kanser, bunama ve benzeri birçok hastalığa yol açan serbest radikallerin etkisinden korumaktadır.
Drug Chem Toxicol Dergisinin 2003 mayısında yayınlanan bir başka araştırma çörek otu yağında antioksidan maddenin bulunduğunu ortaya koydu.
Çörek Otu ve Kolesterol
Kazablanka (Fas) Kral II. Hasan Üniversitesinden araştırmacılar çörek otunun farelerde kolesterol ve kan şekeri düzeyine olan etkisini araştırdılar. Bu çalışmada farelere on iki hafta boyunca 1 mg. çörek otu yağı verildi. Yapılan deneyin sonunda farelerin kanında kolesterolün % 15, trigliseritin % 22, kan şekerinin % 16.5 azaldığı, buna karşılık hemoglobin miktarının % 17.5 arttığı görüldü.
Bu da bize çörek otu yağının insanlarda kolesterol ve kan şekeri düzeyini düşürmekte etkin olabileceği izlenimini vermektedir. Fakat bu konuda insan denekler üzerinde daha fazla laboratuar çalışması yapmaya ihtiyaç vardır.
Dr. Muhammed Dahâhınî'nin 2000 Eylül'ünde bir Alman dergisinde yayınlanan çalışması, çörek otu yağının farelerde kolesterol ve trigliserit düzeyini düşürdüğünü ortaya koydu.
Çörek Otu ve Tansiyon Yüksekliği
Kazablanka (Fas) Therapi Dergisinin 2000 sayısında yayınlanan bir çalışmada araştırmacılar günlük olarak 0.6 mg. alınacak çörek otu özünün idrar söktürdüğünü ve tansiyonu düşürdüğünü tespit ettiler. Çörek otu özü ile tedavi edilen farelerde tansiyon yüksekliği ortalama olarak % 22 oranında düşerken nidilat hapı verilerek tedavi edilen farelerde % 18 oranında düştüğü görüldü. (Nidilat, tansiyon düşürücü etkisi bilinen meşhur bir haptır.) Çörek otu ile tedavi edilen farelerde idrar miktarı artmıştır.
Çörek Otu ve Romatizma
Ağa Han Üniversitesinden (Pakistan) araştırmacılar, Phytother Dergisinin 2003 Eylül sayısında yayınlanan bir çalışmalarında aşağıdaki soruyu gündeme getirdiler: Romatizma hastalığına yakalanmış olan kimselerde mafsal iltihabının hafifletilmesinde çörek otu ne gibi bir rol oynamaktadır? Doktorlar tarafından bilinen vücutta fagostik hücrelerin (macrophages) ürettiği bir madde olduğu ve bu maddenin nitric oxsid adını aldığı bilinmektedir. Bu madde iltihap olayında arabulucu bir rol oynamaktadır. Araştırmacılar çörek otu özünün nitric oxsid üretimini yavaşlattığını tespit etmişlerdir. Belki bu, çörek otunun eklem iltihaplarını hafifletmedeki rolünü açıklayabilir.
Demmam Kral Faysal Üniversitesinden Dr. el-Ğâmidî'nin J Ethno Pharmacol Dergisinin 2001 sayısında yayınlanan bir araştırmasına göre çörek otunun eklem iltihaplarına karşı yatıştırıcı bir etkisi bulunmaktadır. Bu özellik çörek otunun bu etki mekanizmasını anlamak için daha fazla çalışma yapılmasına kapıyı aralayacaktır.
Çörek Otunun Kanı Sulandırması
Demmam Kral Faysal Üniversitesinde (Suudi Arabistan) fareler üzerinde yapılan bir çalışma çörek otu yağının pıhtılaşma faktörlerine karşı etkisini ortaya koymuştur. Denek fareler çörek otu yağı ihtiva eden unla beslenmiştir. Araştırmacılar normal unla besledikleri farelerle bu fareleri mukayese etmişlerdir. Ortaya çıkan sonuç pıhtılaşma faktörlerinde bazı değişikliklerin görüldüğüdür. Farelerin kanında fibrinojen maddesinin yükseldiği görülmüştür ve prothrombin zamanı uzamıştır. Bu da bize çörek otu yağı kullanarak farelerde kanı pıhtılaştıran faktörde değişiklikler meydana getirme imkanı olduğunu göstermektedir. Ancak bu konuda da insanlar üzerinde deney yapılmasına ihtiyaç vardır.
Çörek Otu ve Mikroplar
Kahire Üniversitesinden Dr. Mürsî Acta Microbiol Pol Dergisinin 2000 sayısında yayınlanan bir araştırmasında çörek otunun mikroplara olan etkisini incelemiştir. Doktor, gram pozitif boyadan 16, gram negatif boyadan 6 çeşit üzerinde incelemede bulunmuştur. Bunun neticesinde bazı mikrop türlerinin çörek otu özüne karşı olumlu cevap verdiği ortaya çıkmıştır.
Çörek Otu ve Mantarlar
Ağa Han Üniversitesinde (Pakistan) yapılan bir çalışma Phytother Res Dergisinin 2003 Şubat sayısında yayınlanmıştır. Bu çalışmada kandidiyasiz (candıda albıcans) hastalığına yakalandırılan fareler çörek otu özüyle tedavi edilmiştir. Araştırmacılar candida albicans mantarlarının gelişiminde çok büyük oranda gerileme olduğunu görmüşlerdir. Dr. Ağa Han araştırmasının sonunda şöyle demiştir: "Bu çalışmanın neticesi, çörek otunun mantarların tedavisinde faal olduğunu ortaya koymaktadır."
Yapılan bu çalışmalar, Hz. Peygamberin (s.a.v) getirdiklerine dair modern incelemelerin sadece bir kısmıdır.
C Vitamini Kanser Tedavisinde Faydalımı?
Tarih: 02 Nisan 2012
C Vitamini Kanser Tedavisinde Faydalımı?
Mutluluğun Merkezi;Timus Bezi
Tarih: 28 Şubat 2012
Mutluluğun Merkezi;Timus Bezi
Timüs bezi, tiroid bezinin altında, göğüs boşluğunda ve solukborusunun önünde bulunur.Bu bez insanın bağışıklık sisteminin merkezidir. Yani bütün bağışıklık sistemi buradan yönetilir.Timüs bezi ne kadar çok titreşirse kişi o kadar sağlıklı ve bağışıklık sistemi sağlam olur.Anadolu'da ağıt yakan kadınların göğüslerine vurduklarına hepinizşahit olmuşsunuzdur.
TABII KI BIZ BUNUNLA YETINMEYIP BASKA YONTEMLER ARIYACAGIZ BU IS ICIN
Bu refleks kaynaklı basit bir el hareketi değildir. Bu beynin otomatik gerçekleştirdiği bir davranıştır.
Kişi göğsüne vururken Timüs bezini titreştirir.Bu sayede üzüntü kaynaklı bağışıklıkta meydana gelen direnç azalmasının önüne geçmeye çalışır.Bu bez ne kadar sıklıkla titreştirilirse kişi o kadar genç ve sağlıklı yaşar ayrıca geç yaşlanır.Sizde parmaklarınızla göğsünüzün ortasına yapacağınız küçük vuruşlarla
timüs bezini titreştirebilirsiniz.Yada daha basit bir yolu kullanırsınız. "KAHKAHA" atabilirsiniz.
Çünkü kahkaha da göğüs kafesini oynattığı için bu bezi harekete geçirir.Hani yıllar geçerde aradan bir arkadaşımıza rastlarız neşeli halleriyle tanıdığımız bu insanı görünce "hiç değişmemişsin, ne
gamsızsın..." deriz ya, işte timüs bezinin gücü.Sonuç olarak kahkaha bağışıklık sistemini güçlendirir ve sizi genç tutar.
Mutluluk ve Timus bezi ..
"Mutluluk bir seçimdir. Mutsuzluğumuz kadere, şansızlığa ve talihsizliğe inancımız ölçüsündedir."
Mutlu duyguların hissedilmesinde hormonların rolü büyük.Bedenimizde o hormonları salgılayan salgı bezlerinden minicik ama çok güçlü bir salgı bezi var: timus.
Timus uyarıldığında salgıladığı hormonlar kişide haz ve mutluluk duygusu yaratır.Çünkü timus aktive olduğunda bedenin kimyasının değişimine neden olur. Bu değişiklik sinir sistemini sakinleştirir ve
beyin fonksiyonları nı hızlandırır. Bu da kişide rahatlama duygusu yaratır.
Avustralyalı Nobel ödüllü kanser araştırmacısı Sir MacFarlane Burnet timus bezinin aktif hale getirilmesiyle insan bedeninin kendisini kanserden koruyabilme yeteneğine sahip olacağını savunuyordu.
Çocuklarda iri olan timus ergenlik döneminde bir ceviz kadar irileşiyor. Ama yas ilerledikçe bir bezelye tanesi kadar küçülüyor,yaşlılıkta ise tamamen köreliyor. Ama bazı insanlarda ileri yaslarda
bile hala ceviz büyüklüğünü koruması, bilimin henüz çözemediği alanlardan biri.
Timusun sağlığımız üzerindeki önemli yararlarından biri de T hücrelerini üretiyor olması. T hücreleri denilen lenfositler bedene zarar verebilecek zararlı hücreleri yok ederler. Bu küçük T
hücrelerine yaşamımızı borçluyuz. AIDS gibi bağışıklık sistemini çökerten hastalıkların ölümcül olması T hücrelerinin haberleşme hatlarını öncelikle kesmelerinden kaynaklanıyor.
Timus göğüs kafesinin üst kısmının tam arkasında, göğsün tam ortasında yer alıyor. Timusu uyarmanın üç basit yolu var:
Timusu uyarmanın birinci yolu gülmek.Yani gerçek, içten, sıcak bir gülüş, bir kahkaha. Her gülündüğünde timus bezi aktive oluyor. Her aktive olduğunda bedenimize kimyasal dalgalar göndererek kendimizi iyi
hissetmemizi sağlıyor.
1993 yılında California Üniversitesi' nde Dr.Paul Ekman tarafından yapılan araştırmada gülmenin timusu ve beynin değişik haz bölgeleriyle bağlantısı olan kasları harekete geçirdiği ve insanda haz duygusu yarattığı kanıtlanmış.
Timusu uyarmanın ikinci yoluiki parmakla timusun üzerine gelen noktaya vurulması, yani elle uyarmak.Timusu uyarmanın üçüncü yolu ise dilin üst dişlerin arkasında damağa ve ağzın tavanına değdirilmesi. Dr. John Diamond ve ekibi dilin bu pozisyona getirilmesi ile sol ve sağ beyin
küresi arasında denge oluşmasını sağladığını tespit etmiş. Bu da insanin daha iyi düşünmesi ve kendini daha iyi hissetmesine yardımcı oluyor.
Önemli olan; Hayatta çok şeye sahip olmak değil, çok az şeye ihtiyaç duymaktır.
Resveratrol Alzheimer ve Kanser tedavisinde yararlı olabilir.
Tarih: 23 Şubat 2012
Resveratrol, bunama ve Alzheimer’in önlenmesinde yararlı olabilir.
"Resveratrol, trans-resveratrol başta üzüm olmak üzere pekçok farklı bitkide varolan doğal bir fitoaleksindir. Fitoaleksinler, bitkilerde UV ışını, hasar ve infeksiyonlara karşı gelişen ikincil yapılardır.
Resveratrol, bitkilerde özellikle kırmızı üzümde, yer fıstığında ve ananasta yüksek konsantrasyonda bulunmaktadır. Resveratrol, siyah üzümün soğuk hava koşulları, mantar enfeksiyonları gibi etkenlere bağlı olarak kendini korumak için ürettiği bir maddedir." [Vikipedi]
Resveratrol sanırım, son yılların en popüler, en dikkati çekici bitkisel kaynaklı maddelerinden biri. resveratrol üzerinde şimdiye kadar yayımlanmış 5850 bilimsel çalışma bulunduğunu tespit ettim. Bu müthiş bir sayı, sadece 2009 yılında 999 ve 2010 yılının ilk altı ayında ise 491 çalışma yapılmış.
Peki, resveratrolü bu kadar önemli kılan nedir? Resveratrol, fenolik yapıda bir bileşik ve kuvvetli antioksidan etkisi var. Bu nedenle, kalp ve damar işlevlerinin desteklenmesinde, nörodejeneratif ve iltihaplı hastalıkların ve çeşitli kanserlerin önlenmesi ve tedavisinde yardımcı olarak öneriliyor. Ancak, tüm diğer antioksidanlarla olduğu gibi, deneysel koşullarda (in vitro) elde edilen sonuçlara dayanarak yapılan bu sağlık önerilerinin insanlara uygulandığında ne derecede sağlanabileceğine ilişkin klinik çalışma sayısı oldukça az. Bu bakımdan tüm antioksidan etkili bileşiklerin vücutta ne derecede emildiği, metabolitlerinin ne derecede etkili olduğunun klinik olarak araştırılması gerekiyor.
TEK DOZ BİLE ETKİLİ
Resveratrolün en dikkati çekici etkilerinden biri de beyin üzerindeki etkileri. Deney hayvanları üzerinde yürütülen çalışmalar da resveratrolün sinirleri koruyucu ve beyin işlevleri üzerinde etkili olabileceğini ortaya koyuyor. Peki ya insanlarda ne derecede etkili olabilir? Yeni yayımlanan bir çalışmada insan gönüllülerde beyin damarlarındaki kan akımı hızı ve zihinsel algılama yeteneklerindeki etkileri incelenmiş. Bilimsel ölçekte (çift körlü, plasebo kontrollü, çapraz döngülü) bu klinik çalışmada 22 sağlıklı genç gönüllü kullanılmış. Ayrılan gruplardan birine tek seferde 250, diğer gruba 500 miligram resveratrol tablet verilirken üçüncü gruba boş ilaç verilmiş. İlaç uygulanmasından 45 dakika ve 90 dakika sonra yapılan değerlendirmelerde, artan resveratrol miktarına bağlı olarak beyin damarlarındaki kan akımının hızlandığı gözlenmiş. Günümüzde ortalama insan ömrünün uzamasına bağlı olarak, özellikle yaşlanma sürecinde en önemli sağlık riskleri arasında gösterilen Alzheimer hastalığı, bunama, inme gibi hastalıkların gelişimin önlenmesi bakımından resveratrol ile elde edilen bu klinik bulgular büyük önem taşıyor. Sadece tek bir dozunun bile beyin damarlarında sağladığı bu etki, resveratrolün programlı olarak daha uzun sürelerde kullanılması ile çok daha belirginleşecektir.
ÜZÜMDE YÜKSEK ORANDA VAR
Resveratrol, bazı bitkilerde yaralanma ya da mantar enfeksiyonu sonucu bitkiyi korumak üzere oluşan bir fitoalleksin olduğu için işlem görmemiş bitkide miktarı çok düşüktür. Mesela, üzümde en yüksek oranda üzümün kabuğunda az miktarda ise üzüm çekirdeği, kökü, yaprağı ve üzüm sapında bulunmaktadır. Kırmızı şaraplar, özellikle ülkemizde yetişen bazı tipleri resveratrol içeriği bakımından zengindir. Beyaz şaraplarda ise çok düşük orandadır. Bunun başlıca nedeni, beyaz şarabın üzüm çekirdeği ve kabuğu içermeyen üzüm suyunun fermentasyonu ile elde edilmiş olması. Kırmızı şarabın kuvvetli antioksidan etkisi sadece resveratrole bağlanamaz, şarabın fermentasyonu esnasında üzüm meyvelerinde bulunan antioksidan etkili diğer polifenolik içeriklerin de (flavonoller, prosiyanidinler vd.) ortama geçmesi ile antioksidan etkisi artmaktadır. Şüphesiz, şarabın taşıdığı alkolün vücuttaki olumsuz etkileri göz önüne alındığında resveratrolün etkilerinden yararlanmak için kırmızı şarap içmek pek akılcı görünmüyor. Başka hangi kaynaklarda var?
Resveratrolün etkisi daha yüksek olan tipi trans-izomeri, kırmızı şaraptan başka yerfıstığında bulunuyor. Piyasada tablet halinde pazarlanan resveratrol ise Uzakdoğu ülkelerinde yetişen bir madımak türü olan Polygonum cuspidatum köklerinden elde edilmektedir, ancak bu bitkiden elde edilen resveratrol trans ve cis izomerlerini karışım halinde taşımaktadır.
Her derde deva bir tahıl: Yulaf
Tarih: 23 Şubat 2012
Her derde deva bir tahıl: Yulaf
Stresle mücadele etmek, her daim genç kalmak, günün yoğun temposunu yorulmadan yaşamak istiyorsanız tercihiniz yulaflı yiyecekler olmalı.
Sağlıktan güzelliğe pek çok derdin devası olan yulafı, özellikle soğuk kış günlerinde sofranızdan eksik etmeyin.
Çinliler yulafın zindelik verici özelliklerini binlerce yıl önce keşfetmişler. Antik Romalılar onu enerji depolamak için sofralarından eksik etmemişler. Savaşçı Vikingler efsanevi fiziki güçlerini yulaf ezmesi ile hazırlanan 'porridge' adlı kahvaltılık yiyeceğe borçlu olduklarını sık sık dile getirmişler.
'Bitkisel protein' de denilen yulafta bol miktarda protein, lipid, lif, mineral tuzlar, vitaminler ve B grubu vitaminleri bulunuyor.
Yulaf, pek çok derdin devası olan bir tahıl. Düzenli olarak tüketildiğinde vücudu tazeleyip adeta yeniden yapılandırıyor. Yüksek dozdaki enerji verici özellikleri nedeniyle sınavlara hazırlanan öğrencilere, bebek bekleyen anne adaylarına, sporculara, soğuk havalarda çok üşüyenlere, sık hastalanan küçük çocuklara, büyümekte olan çocuklara ve nekahat dönemindeki hastalara birebir geliyor. Yulaf, hücrelere enerji taşınmasında, dokulara kan aracılığı ile oksijen transferinde ve zarar gören yaşlı hücrelerin yenilenmesinde son derece etkili bir besin. Ayrıca zehirli kurşun, kadmiyum ve krom gibi ağır metallerle birleşip bu maddelerin vücuttan atılımını sağlıyor. Moskova Devlet Üniversitesi bilim adamları, yulafın çok değerli bir kocakarı ilacı olmaktan öte gerçek bir sağlık iksiri olduğunu belirterek Rusların uzun yıllardan bu yana kurşun zehirlenmelerine karşı yulaf unu kullandıklarını ifade ettiler.
Yulaf piyasada un, ezme, yulaf tanesi, yulaf ekstresi (özü), müsli ve kahvaltı gevreği olarak satılıyor. Un halindeki yulaf ile ekmek, tatlı ve tuzlu hamurişi çeşitleri hazırlayabilirsiniz. Ya da köftelere ilave edebilirsiniz. Kahvaltı gevreği şeklinde ılık süte ilave ederek yiyebilirsiniz. Ezme şeklindeki yulafla değişik muhallebiler hazırlayabilirsiniz. Yulaf unu ile güzellik kremleri hazırlayabilir, yulaf ekstresi ile sağlık banyoları yapabilirsiniz.
Güne iyi başlamak için sütle karıştırılmış yulaflı müsli yiyin. Öğle öğününde besleyici, doyurucu aynı zamanda hafif yulaf köftesi (5 çorba kaşığı un, 5 çorba kaşığı yulaf unu, 1 yumurta ve tuzu karıştırıp kızgın yağa kaşık kaşık ilave ederek kızartın) yiyebilirsiniz. Akşamları rahat bir uyku çekmek ve kadifemsi bir cilde kavuşmak için banyo suyuna yulaf tanesi ilave edin. Yatmadan önce yulaflı çayla sağlık depolayın.
Yulafın kimlik kartı
* Yulaf oldukça kalorili bir tahıl. 100 gramında 390 kalori bulunuyor. Oysa aynı miktar pirincin kalorisi 354, makarnanın ki ise 346. Bol miktarda nişasta içerdiği için değerli bir karbonhidrat kaynağı.
* Yulaf, kasları tazeleyen 'lisina' denilen bir protein ve sinirlerin işlevini düzenleyen yüksek dozda B grubu vitaminleri içeriyor.
* 'İyi' yağlar açısından çok zengin. İçeriğindeki 'oleik asit' denilen yağlar, sinir hücrelerinin düzenli bir şekilde işlemesi için son derece yararlı.
* Yulaf mineral açısından da çok zengin: 100 gramında 53 mg kalsiyum, 405 mg fosfor, 4.5 mg demir ve 268 mg potasyum bulunuyor. Ayrıca değerli bir magnezyum deposu.
Kolesterolünüz yüksek ise
Yulafta bulunan yağ asitleri 'iyi yağlar' olup zindelik veriyor ve kolesterolün yükselmesini önlüyor. İçeriğindeki lifler sayesinde kandaki kolesterolü düşürüyor.
Yulafta kolesterole çok benzeyen bitkisel moleküller, kötü kolesterol alımını en aza indirgiyor. Bu nedenle aşırı yağlı beslenme sözkonusu olduğunda yulafın içeriğindeki fitosterol maddesi kandaki aşırı yağlanmayı engelliyor. Yani yulaf bir tür yağ giderici. Eğer kolesterolünüz yüksekse yulafı sofranızdan eksik etmeyin.
Adet dönemi sıkıntılarını gidermek için
Ani kişilik değişimi, aşırı sinirlilik, uykusuzluk, melankoli, aşırı tatlı yeme arzusu... Pek çok kadın adet döneminde hormonal dengesizlikten kaynaklanan bu sorunlardan yakınıyor.
Çözüm için kahvaltı ve öğle öğünlerinde yulaflı yemekler yiyin. Yulaf, tiroid bezinin işlevine yardımcı olup, östrojen hormonunun üretimini dengeliyor. Yulafın zengin içeriğinde bulunan magnezyum minerali, alt karın bölgesindeki kas gerilimini en aza indirgeyerek sancıyı azaltıyor. Fosfor, adet öncesi ve sırasında sık karşılaşılan konsantrasyon güçsüzlüğünü ve unutkanlığı önlüyor. Adet sıkıntılarından şikayetçiyseniz adetten 1 hafta önce ve adet boyunca yulaf ağırlıklı beslenin. Günde iki porsiyon yemek ideal.
Nekahat dönemindekiler için
Nekahat dönemindeki hastalar için yulaf çok yararlı bir besin. Vücut bitkin olduğu zaman yulaf, her türlü fiziksel ve beyinsel yorgunluğu giderip zindelik veriyor. Çok enerjik bir besin olduğu halde son derece hafif ve hazmı kolay. Yulaf, vücuda doğru miktarda karbonhidrat, B grubu vitaminleri, demir, fosfor ve kalsiyum sağlayarak kas ve kemikleri güçlendiriyor. Dişleri koruyor ve sinir sisteminin düzenli çalışmasına yardımcı oluyor.
İltihaplı hastalıklara karşı
Her türlü iltihaplı hastalıklara karşı yulaf kullanılabilir. İster sıcak süte ilave ederek için, isterseniz yulaf lapası (1 su bardağı yulaf ununu 2 su bardağı suda eritip koyu muhallebi kıvamına gelinceye kadar kısık ateşte pişirin. Ilınınca bölgeye uygulayıp üzerini ılık havlu ile kapatın) hazırlayıp hastalıklı bölgeye uygulayın. Larenjit ve boğaz ağrısı gibi solunum yolları enfeksiyonlarına, sigaranın yol açtığı boğaz rahatsızlıklarına ve bronşite iyi geliyor. Özellikle küçük çocukların bronşit hastalığında göğüse ve sırt bölgesine uygulanan sıcak yulaf lapası rahat nefes almayı sağlayıp, balgam söktürüyor ve öksürüğü kesiyor. Yulaf, rahatlatıcı etkisi nedeniyle midenin de dostu. Yulaf çayı hazırlamak için 1 tutam yulaf tanesini bir fincan kaynar suya ilave edip 20 dakika bekletin. Süzüp balla tatlandırıp için.
Tiroid bezi rahatsızlıklarına karşı
Guatr hastalığına yol açan tiroidin düzenli çalışması için yulaf ideal bir besin. Tiroid bezi yavaş çalıştığı zaman bitkinlik, soğuğa karşı dayanıksızlık ve çabuk üşüme gibi sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor. Tiroid ile birlikte kan dolaşımı da yavaşlıyor. Halsizlik ve başdönmesi gibi sorunlar ortaya çıkıyor. Bu konuda şikâyetleriniz varsa kahvaltıda her gün düzenli olarak yulaflı yiyecekler tüketin.
Ciltteki kızarıklık ve kaşıntılara karşı
Yulaf, cildi yumuşatıcı ve rahatlatıcı etkisi sayesinde ciltteki kızarıklık ve kaşıntıları gideriyor. Yulaf tanesi ilave edilmiş sıcak banyo suyu, bebeklerdeki pişik sorunlarını ve ciltteki dermatit ile iltihaplanmaları gideriyor. Bunun için 1 çay bardağı yulaf tanesi veya yulaf ununu 1 küçük tencere sıcak suya ilave edip karıştırın. Kaynatıp süzün ve sorunlu bölgeye uygulayın. Yulaf, sabunun yol açtığı cilt tahrişlerine ve ani hava değişimlerine maruz kalan cildi de koruyor. Bunun için sorunlu bölgeye yulaf lapası uygulayın.
Diyabet ve karaciğer yorgunluğuna karşı
Sağlık sorunları olanların özel diyetler uygulamaları gerekiyor. Özellikle tiroid bozukluğu ve kanda aşırı yağ birikmesi nedeniyle ortaya çıkan karaciğer yorgunluğu sözkonusu olduğunda diyet, yulaf ağırlıklı olmalı.
Yulaf, şeker diyetinde de mutlaka yer alması gereken bir tahıl. Çünkü sodyum ve şeker açısından fakir. Pektin ve emicelluloz (bu madde vücuda giren şekeri yakalayarak konsantrasyonunu azaltıyor) sayesinde kan şekerini düşürüyor.
Soğuktan çatlayan eller için
Dış etkenlere birebir maruz kalan cilt ve ellere kış aylarında ekstra bakım uygulamakta yarar var. Soğuktan çatlayan ve kızaran ellerinize yulaf lapası sürün.1çay bardağı yulaf ununu 2 çay bardağı suda eriyinceye kadar karıştırıp hafif muhallebi kıvamına gelinceye kadar kısık ateşte pişirin. Soğuyunca cildinize sürüp 3-4 dakika bekletin ve ılık suyla durulayın. Elleriniz yumuşacık olacaktır. El kremi kullanmıyorsanız kış aylarında bu uygulamayı 3 günde bir yapmayı ihmal etmeyin.
Uykusuzluğa karşı
Ninelerimiz, rahat uyumak için yastıklarının içini yulaf tanesi ile doldururlarmış. Bugün ise 2 su bardağı yulaf tanesi veya
yulaf unu ilave edilmiş sıcak banyolar, rahat ve sağlıklı bir uyku sağlıyor. Banyo suyuna dilerseniz eczane, doğal ürün satan mağaza ya da baharatçılardan satın alacağınız yulaf ekstresini de ilave edebilirsiniz.
Epilasyondan sonra
Epilasyon yaptıktan sonra cildinize yulaf içeren bir krem (veya yulaf lapası) sürün. Yulafın içeriğinde bulunan nişastanın nemlendirici etkisi cilde kadifemsi bir yumuşaklık sağlayacaktır. Yulaf, tüylerin daha geç ve güçsüz çıkmasını sağlıyor.
Çabuk yağlanan saçlara
Yulaf saçlara parlaklık verip güçlendiriyor. Eğer saçlarınız yağlı ise günde iki öğün yulaflı yiyecekler yiyin. Örneğin; kahvaltıda yulaflı müsli, ikindi de yulaflı muhallebi veya kurabiye yiyin. Saçlarınız için15 günlük yulaf kürü uygulayın. Yemek aralarında yulaflı çay için.
İştahsız ve sık hastalanan çocuklar için
Küçük yaramazlar günboyu aşırı enerji harcarlar ama genelde abur cubur ile karınlarını doyururlar. Anneler, özellikle okula giden çocuklarının nasıl beslendiklerini kontrol etmekte zorlanırlar. Besin değerleri çok yüksek olan yulaf, özellikle büyümekte olan enerjik yapılı ve sık hastalanan çocuklar için son derece önemli bir besin. Yulaf, büyüme hormonu olarak bilinen, 'auxina' hormonunun üretimine katkıda bulunuyor. Yulaf, içeriğindeki zengin aminoasitler (protein sentezi için çok gerekli olan maddeler) bitkisel proteinler ve nişasta sayesinde vücuda uzun süreli bir enerji sağlıyor ve vücudun tüm işlevlerinin mükemmel bir şekilde düzenlenmesine yardımcı oluyor. İçeriğindeki kalsiyum ve fosfor ile çocuklardaki kemik oluşumunu hızlandırarak kemik ve dişleri güçlendiriyor. Fosfor ayrıca yağ ve protein metabolizması için de gerekli.
Mumio / Mumiyo / Mumijo /Mumya nedir?
Tarih: 22 Şubat 2012
Mumio / Mumiyo / Mumijo / Mumya nedir?
Batıya "Mumio / Mumijo" gibi adlarla geçmiş. Bununla birlikte esas kaynağı olan Türk dünyasında (Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan...) tam karşılıklarını bilinmese de "Dağların Gözyaşları" ismiyle bilinen doğal bir "maddeye" verilen bir isim. Bunu Türkçemizde de çeşitli dergilerde "Mumijo / Mumio" gibi çeviri hatasıyla değil, "Mumya" ismiyle kullanmak daha doğru olacaktır.
Mumya, Asya`da dağların yüksek kesimlerinde, kayalıklarda ve mağaralarda bulunan, koyu kahve veya siyah renkli bir tortu. Buralarda yetişen bitkilerin zamanla dönüşümünden oluşmaktadır. Tıpkı petrolün oluşması gibi... Geleneksel Asya tıbbında, ayurvedada binlerce yıllır kullanılıyor. SSCB döneminde Ruslar da el atmış, mumya ile ilgili ciddi araştırmalar yapmışlar. Özellikle sporcular ve polit büro üyeleri arasında son derece popülermiş.
Şu an dünyanın gelişmiş Ülkelerinde tablet Şeklinde ve oldukca pahalı bir fiyata satılmaktadır.
Kanserden ülsere, romatizmadan diş hastalıklarına kadar bir çok hastalıgı tedavi etmesi; sürekli başağrısı ve uykusuzluk, uyku düzensizliği şikayetlerine faydalı, tamamen natural/dogal bir ürün olduğu için de rahatlıkla kullanılacak ve tavsiye edilecek bir üründür.
• Mumya özellikle Kırgızistan ve Rusya\`da uzun yillardir arastirilan bir dogal madde. insan bedeni üzerindeki etkileri incelenmis ve test edilmiş.
• Özellikle mide-bağirsak sorunlarında (gastrit, ülser, kolit gibi), karaciğer ve böbrek hastaliklarinda çok etkili.
• Bağısıklık sistemini güçlendiriyor.
• Diş ağrılarını gideriyor.
• Kemoterapi ve radyolojinin yan etkilerini azaltıyor.
• Doğal oldugundan herhangi bir yan etkisininde olmadığı bilinmektedir.
Mumya`nın faydalari ve tedavi ettigi bilinen hastaliklardan bazıları;
Kemik kırılması Polipler,
Mide ülseri Ülseratif kolit
Asit eksikligi Kuvvetsiz barsak
Asit düşüklüğü Kabizlik
Bronşit Antritis ve orta kulak iltihabi
Zatülcenp Astım
Tüberküloz Romatizma ve eklem
Radiculitis Sakrum ağrıları
Eklemlerde ağrı Kırıklar, yaralar, travma ve yanıklar
Kalp hastalığı Sistit
Böbrek taşları Nefrit
Baş ağrısı, uykusuzluk Sinir bozuklukları
Şeker Hastalığı Rahim boynu ve erozyon
Vajina ve erozyon Pyelonephritis ve idrarini tutamama
Karaciger ve siroz Hepatit
Botkin ve kolesistit Throm
Diş ve ağız Hastalıkları Glokom
Furunculosis Alerjik isilik
Kan Hastalıkları Orta kulak iltihabi
Hipertansiyon ve kardiyovaskuler hastalıklar
SQUALENE (Köpekbalığı karaciğer yağı
)
Tarih: 20 Şubat 2012
SQUALENE (Köpekbalığı karaciğer yağı
)Köpek balığı karaciğerinde bulunan Squalene maddesi tümörlerin yok edilmesinde yapıtaşı niteliğindedir. Bu madde bazı böceklerde ve karıncalarda da vardır. Squalene kanser tedavisinde başarı ile kullanılmaktadır. Ancak unutmayınız ki bu maddenin bulunduğu bir diğer madde ise bizim sızma, geleneksel yöntemlerle çıkarılmış zeytinyağıdır. Amerikan Tabibler Birliği`nin yayınladığı Archive of Internal Medicine Dergisi`nin 12 Ocak 1998 sayısında çıkan bir makale hayati bilgiler içeriyor. İsveç`teki Karolinska Enstitüsü`nden başta Dr. Alicya Wolk olmak üzere 8 bilim adamının yıllar süren 61.471 kadın üzerinde yaptıkları araştırma da şu çok önemli sonucu vermiştir: Zeytinyağı kanser riskini yüzde 50`ye yakın azaltmaktadır. Buna mukabil soya, mısır, ayçiçek yağları ve hayvani yağlar (tereyağ vb.) kanser riskini yüzde 69 yükseltmektedir. Zeytinyağında % 0,8 oranında Squalene bulunur. Günden en az 100 cl. Sızma Zeytinyağı tüketen bir kişi gerektiği kadar Squalene almış olur. Köpek balığı karaciğerinde bulunan Squalene ise neredeyse %100 saflıkta olduğu ve insan bir günde sürekli olarak en az 100 cc zeytin yağı da tüketemiyeyeceği için sequalene nin önemi bir kez daha artmaktadır.
Squalene insan dokusunda küçük miktarda doğal olarak bulunan, yüksek miktarda saflığa sahip çoklu doymamış hidrokarbon sıvısıdır. Squalene, insan vücudunun farklı hücrelerine oksijen tedarikini artıran özel bir kapasiteye sahiptir. Squalene ‘nin kaynağı 1500 metre kadar derinliklerde bulunan derin deniz köpekbalıklarının karaciğeridir.
Squalene kanser , tümör, ülser ve romatizmaya karşı vücudun savunma sistemini kuvvetlendirdiği bilinmektedir. Karaciğer, böbrek, şeker ve strese bağlı şikeyetleri azalttığı görülmüştür.Squalene gastriti olan insanlar için şiddetle tavsiye edilir. Çok çalışan insanlar için genel bir sağlık toniği olarak kullanılabilir. Kan dolaşımını hızlandırarak kanı toksinlerden temizlemeye, saflaştırmaya ve zehri çıkarmaya yardımcı olduğu görülmüştür.Squalene cildin, ihtiyaç duyduğu besinleri almaya yardımcı eder ve daha güzel bir cilt sağlar. Ayrıca kalp hastalığı, şeker hastalığı, arterit ve hepatit olan hastalar için çok yaralı olduğu bilinmektedir.
Hint okyanusu,Japon Denizi gibi 600 - 1000 metre gibi çok derin denizlerde yaşayan Aizame (Aİ) cinsi köpekbalığınını karaciğerinden elde edilir. Bu cins balığın karaciğerinin bu kadar kıymetli olma nedeni ise, Ai köpek balığının 400 milyon yıldır hiçbir evrime uğramaması, bu kadar derin bir denizde çok az oksijenle yaşayabilmesidir. Karaciğer ,balığın vücudunun yaklaşık % 25-30 unu oluşturmakta ve bol miktarda SQUALEN içermektedir. Araştırmalar sonucunda elde edilen sonuç Aİ balığının kıymeti hakkında başka bir fikir verebilir.
Aİ Köpekbalığı yaşayan tüm canlılar arasında KANSER vakası görülmeyen TEK canlıdır.
1905 yılında Japonya ` da keşfedilen, biokimyasal formül, 1931 yılında İsviçre`li bilim adamlarınca çözümlendi. Poliansature uzun zincirli bir Hidrokarbon olan Sequalen tamamen doğal ve organik bir gıda tamamlayıcısıdır. Vücudun toksinlerden arındırılmasına,ve immun sisteminin desteklenmesinde kullanıldığı gibi,aynı zamanda vücudu virüslere ve bakterilerekarşı güçlendirdiği bildirilmiştir. Vücuda zindelik kazandırı ve yoğun tempoda çalışan kişilerde yorgunluğu giderir. Cinsel gücü artırıcı etkileri görülmüştür. Hücre rejenerasyonunu hızlandırır,doku harabiyetlerinde iyileşme sürecini hızlandırır. Yanık tedavisinde kullanılabilir. Cildin nemli ve yumuşak kalmasını sağlar.
Squalene Nedir ?
Squalene bütün yaşayan canlılarda bulunan, doymamış yağ oranı yüksek 30 karbon ve 50 hidrojen atomundan oluşan doymamış çoklu bir hidrokarbondur. Kararlı hale gelmek için hidrojen atomuna ihtiyacı vardır. Vücuda girince vücuttaki sudan hidrojen alarak üç oksijen atomunu açığa çıkarır.Böylece vücuttaki oksijeni arttırarak yüksek asiditeyi engeller. Birçok kurama göre dokulardaki oksijensizlik ve yüksek asidite kanser nedeni olup,normal hücrelerin ölüp farklı bir yapı oluşmasına neden olur. Squalene bitkisel yağlarda da bulunabilir. Örneğin zeytinyağı %0.8 oranında Squalene içerir ve çoğunlukla yemek yapımında ve salata da kullanılır. Yapay olarak elde edilen ya da zeytinyağı ve açık deniz köpekbalıklarının karaciğerlerinden alınan Squalene’in sağlığa farklı da olsa yararı varken, sahil köpekbalıklarından çıkarılanın hiçbir faydasının olmadığı rapor edilmiştir.
Vücuttaki squalene yüzdesi ( mg / 1g )
Cilt altı yağ %3
Karın yağları %0.15
Deri %0.148
Pankreas %0.0299
Akciğer %0.0218
Safra Kesesi %0.0091
Besinlerdeki squalene yüzdesi
Zeytinyağı %0.8
Avokado %0.044
Patlıcan %004
Kümes hayvan eti %0.0264
Peynir %0.0955
Tuna Balığı %0.014
Açık Deniz Köpekbalıklarının önemi
Denizin 500-1000 m. Altındaki dünya, bitkiler olsun, balıklar ya da memeliler olsun hiçbir yaşam şeklinin içinde yaşamasına elverişli olmayan çok acıması bir dünyadır. Bunun nedeni 100 atmosferin üzerinde olana yüksek basınç, çok az oksijen ve kısıtlı besin zinciridir. Sıcaklığı 2-4 derece arasında değişen ve neredeyse hiç ışık olmayan karanlık ve soğuk bir yerdir. Ancak bu yerleşimin olmadığı acımasız yerde gizemli açık deniz köpekbalıkları yaşar. Açık deniz köpekbalıkları çok kuvvetli bir hayat enerjilerine sahiptirler. Bu benzersiz balığın yüzeye çıktığında basınçtaki değişime tahammül ederek uzun bir süre yaşama yeteneği vardır. Açık deniz köpekbalığının U şeklinde, diğer bütün balıklardan farklı olan kendine özgü bir karaciğeri vardır. Karaciğer ağırlığının %80’ yağdan oluşur. Karaciğer, köpekbalığının ağırlığının %25’ini ve vücut uzunluğunun 1,5 katını oluşturur.
Açık deniz köpekbalıklarına böyle bir ortamda yaşama yeteneğinin sorumlusu olan hayatını sürdürme gücünün squalene olduğuna inanılmaktadır. Bütün açık deniz köpekbalıklarının karaciğerleri aynı oranda ve aynı yüksek kalitede Squalene içermez. Köpekbalıklarının diğer türleri daha az squalene içerirken, Japonca’da ‘Ai’ diye adlandırılan, daha fazla squalene içeren köpekbalıkları seçimde öncelikli rol oynar. Açık deniz köpekbalığı, kansere ve hemen hemen bütün enfeksiyonel hastalıklara karşı direnç sağlayan olağanüstü miktarda Squalene içerir. Squalene; normal hücreleri hasarlardan ve bağımsız radikallerden kaynaklanan bölünmelerden koruyan güçlü bir antioksidan etkiye sahiptir ve tarım ilacı, polisilik hidrokarbonlar ve vücutta yaşam boyu toplanan ağır metaller gibi toksik kimyasalların çözünmesi ve vücuttan atılması için yüksek kalitede lipofilik özelliğe sahiptir. Hayvanlar üzerindeki çalışmalarda açık deniz köpekbalıklarının karaciğerlerinden alınan squalene güçlü antitümör aktivitesini göstermiştir. En iyi yöntem, Squalene’in geniş dozlarda uzun zaman kullanılmasıdır.
Squalene dokulara nasıl iletilir?
Squalene aslında vücudumuz tarafından da az miktarda üretilerek deri altında depolanır.Squalene aynı zamanda bir lipoprotein olduğu için lipoprotein reseptörlerine bağlanarak vücuda yayılır.Squalene doymamış bir yağ asidi olduğundan Omega 3 gibi davranarak kalp damar sistemindeki iyi kolesterolü arttırarak damar hastalıklarının önlenmesine yardımcı olur.Anne sütündeki bağışıklık maddesi Alkoksigliserolleri (AKG) çok miktarda içerdiği için bağışıklık sisteminin güçlenmesine destek verir.
Squalene hücre yenileyici özelliğe de sahip olup hiyerarşik hücrelere dost anarşik hücrelere ise düşman davranır.
Kullanım alanları:
- Vücuttaki oksijeni arttırarak kanser, tümör, romatizmaya karşı vücudun savunma sistemini kuvvetlendirici özelliği vardır.
- Kemoterapik ilaçlara etkisini arttırarak kanserli hücrelerin iyileşmesine yardımcı olur.
- Cilde sürülerek egzama, sedef ve yanıktan oluşan tahrişi giderici etkisi vardır.
- Başta arterit olmak üzere eklem ve kıkırdak rahatsızlıklarına etkin bir gıda destekleyicisidir
- Özellikle karaciğer fonksiyonlarını düzenleyerek hepatitten ve alkolden kaynaklanan zehiri attığı görülmüştür.
-karaciğer hastalıklarında ve nevraljide pozitif etkili
-kolesterol düşürülmesinde yardımcıdır
-şeker ve ülser yaralarının kapanmasında etkili
-cilde nüfuz edicidir (çok iyi bir krem ve kırışık giderici olarak kullanılır)
-adaptojen özelliklidir.(Yan etkisi yoktur, zehirsizdir ve sterilize edicidir.)
Kullanıldığı vakalar;
-kanser, lösemi
-astım
-hepatit
-böcek ısırıkları
-güneş yanıkları
-kalp hastalıkları
-ülser
-şeker
-hafıza güçlendirici
-cinsel iştahsızlık
-göz bozukluğu
-osteoporosis
-artrit
-allerji
-cilt dokusu yenileme
- Oksidasyonun önlenmesi,
-Kalp damar sisteminin korunması,
-Hücre yenilenmesi,
-Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi üzerinde pozitif etkileri olan ve insan yaşam kalitesini arttıran denizden gelen bir sağlık destek ürünüdür.
SQUALENE tıbbi ilaçlara bir alternatif değildir. Ancak onların etkilerinin artmasına yardımcı olarak kullanılır.
Referanslar
- Wan-Soo Choi, Jong-Sei Kim and Sei Jong kim Departmant of biology chosun University, department ofnternal Medicine Chonnam University Medical Shool, Kwangin, Kore
- Kim Jeong-sang and Kim Jong se department of Oriental Medicine, dongshin University Dep of biology Chosun University
- Dr. Jong-se Kim, Departmen of belology, college of Natural science Chosun University, 375 Seoasuk Copyright 2003 Korcan Society of elecktron Microscopy
- Kwang Phil Cho, Jae Sunig kim, Dept anatomical Phatalogy Chunnam Univ. Hospital
- Su Man Jhung, dept. Of EM, College of medicine, Chosum Universit
Likapa, Ligarba, Yaban Mersini
Tarih: 13 Şubat 2012
Likapa (yaban Mersini)
Yaban Mersini ılıman iklim kuşağına adapte olmuş bir meyve türü olup botanik olarak gerçek üzümler gurubunda yer almaktadır. Ekonomik olarak kültürü yapılan Yüksek boylu Yaban mersini (highbush blueberries) (Vaccinium corymbosum), alçak boylu Yaban mersini (lowbush blueberries) (Vaccinium angustifolium) ve tavşan gözü Yaban mersini (rabbiteye blueberries) (Vaccinium ashei) olmak üzere üç farklı türü vardır. Alçak boylu çalı formunda olan Yaban mersinlerinin yetiştiriciliği daha zordur. Amerika başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde binlerce hektarlık alanlarda tarımı yapılmaktadır. Günümüzde ticari olarak yetiştirilen Yaban mersini 1906 yılından itibaren Amerika Birleşik Devletlerinde başlatılan seleksiyon çalışmalarının ürünüdür. Bu çalışmalarla seçilen Yaban mersini tipleri daha sonra kendi aralarında melezlenerek yeni çeşitler elde edilmiştir.
Vaccinium myrtillus Doğu Karadeniz ve Uludağ'da doğal olarak yetişen üzümsü bitkidir. Çalı formunda bir bitki olup puslu bir yüzeyi olan mavi ve siyah üzümsü meyveleri
vardır. Giresun ve Ordu'da çalı formundaki bitkide yetişmelerinden dolayı "çalı çileği" olarak adlandırılan bu bitki Batı dillerinde "mavi çilek" olarak (örneğin İngilizce'de blueberry) adlandırılmaktadır.
Ülkemizde değişik adlarla tanınmaktadır. Örneğin Rize’de "likapa",Rize'nin Pazar ilçesinde "kaskanaka", Ardeşen'de "çera veya çela", Trabzon’da "ligarba", "lifos" veya
"Trabzon üzümü", Artvin’de "morsivit" veya "mahabak" ve diğer bölgelerde "ayı üzümü", "çay üzümü" veya "çoban üzümü" gibi adlarla tanımlanmaktadır.
YABAN MERSİNİ'NİN FAYDALARI;
- Yaprak ve kuru meyvelerinden yapılan çay ishal giderici özellik taşımaktadır.
- Yaban mersini çayının bayanlarda özel günlerin etkisini azalttığı ve düzene sokmaktadır.
- Yaban mersini çayının idrar yolu enfeksiyonlarında antibiyotik etkisi göstermektedir.
- Kansere karşı vücudu koruyan enzimleri aktive etmektedir.
- Anti kanserojen ve antioksidan özelliğe sahiptir.
- Yağlı bileşiklerin vücuttan atılmasını sağlar.
- Taze olarak yenildiğinde kanı temizler.
- Besleyici olmasına rağmen kalori ve sodyum içeriği düşüktür.
- Kan şekerini düşürür
- Bağırsak metabolizmasını düzenleyen lifli özelliği vardır.
- Kan kolesterolünü düşürür.
- Pektin içeriği yüksektir.
- Kalp krizi riskini azaltır.
- Gece görüş kabiliyetini artırır.
- HIV VİRÜSÜNÜN tekrarlanmasını azaltır.
- Damar elastikliği ve gözlerin geçirgenliğini artırır
- Vücutta biyoaktif madde olarak kullanılan polifenoller, aktokyaninler, flavanoller ve tanenlerce zengindir.
- Kansere karşı savaşan ELLAGIC-ASİT içeriği oldukça yüksektir.
- Diyetlerin sağlıklı ve çok değerli bir parçasıdır.
- Göz yorgunluğunu giderir, miyopluk ve şeker hastalığından kaynaklanan görme bozukluklarını engeller. Kamaşma, kılcal damar çatlaması ve gece körlüğünü ortadan kaldırır.
- Kabızlık, bulantı, mide kramplarını ve ülseri önler.
- Damar sertliği oluşumunu engeller.
- Varis ve basur’u (hemoroit) iyileştirir.
- Sakinleştirici özelliği vardır.
- Ağız içi yaralarını iyileştirir.
- İltihaplar için dezenfektan özelliği taşır potasyum içeriği son derece yüksektir.
- Araştırmalara göre günde bir kâse yaban mersini, yaşlılık nedeniyle oluşan tahribatı önleyip hafızayı güçlendiriyor.
- Araştırma yapan bilim adamları, özel günleri ‘unutmayı’ alışkanlık haline getirenlere de yabanmersini yemelerini tavsiye ediyor...
PROPOLİSİN FAYDALARI
Tarih: 09 Şubat 2012
PROPOLİSİN FAYDALARI;
Propolisin güçlü antimikrobiyal aktivitesinden dolayı, propolis doğal antibiyotik olarak bilinir. Yapılan birçok sayıda araştırma da propolisin yüksek antimikrobiyal etkisi olduğunu göstermiştir. Propolisin MRSA da dahil olmak üzere 21 tür bakteri üzerinde, 9 tür mantar üzerinde,Giardianın da dahil olduğu 3 protozoa türü üzerinde ve Herpes ve Influenzanın da dahil olduğu geniş yelpazeli virüsler üzerinde inhibitör etkisi bulunmuştur.
Bunların dışında ayrıca propolisin geniş ölçüde tedavi edici özellikleri vardır. Bu özellikler arasında antikanser etki, antioksidan etkis, yara kapama ve doku tamir etkileri, sindirim sistemi etkileri, deri enfeksiyonları etkisi, anti,-inflamatory etki, anastezik etki, bağışıklık sistemi etkileri, kalp-damar sistemi etkileri ve diş sağlığı etkisidir.Propolis içerisindeki flavanoid seviyesinin yüksek olmasından dolayı, bu ürün insanlarda oksijen radikallerine karşı yakalayıcı olarak görev görür.Ayrıca ilginç olarak vitamin C nin okside olarak zarar görmesini engeller.
Klinik çalışmalar propolisn bronşit ve benzeri rahatsızlıkların, influenza ve herpes, deri mantarları, diş ve diş eti rahatsızlıklarında, ülser,yanık ve abselerde, kulak enfeksiyonlarında, giardi ve kolitde, vajinal ve servikal rahatsızlıklarda etkili olduğunu göstermiştir.
Propolis ve propolisli ürünlerin kontaminasyon ve kısa raf ömürlülüğü gibi problemleri olmamaktadır. Bu durum propolisin antioksidan ve antimikrobiyal özelliklerinden dolayıdır.
TİCARİ OLARAK KULLANIMI
Ham propolis arıcılar tarafından toplandıktan sonra, kullanılabilir ekstraktlar haline getirilir.
Propolis piyasada şu formlarda sunularak, satılmaktadır:
1. Sıvı/ekstrakt/tinktur: En yüksek tedavi edici formdur. Kansere karşı koruyucu olarak etki gösterir. Su içerisine birkaç damla veya çay kaşığının ucuyla toz olarak kullanılabilir.
2. Tablet: Propolis tek başına ya da polen ve arı sütü karıştırılarak hazırlanan tabletler besleyici olarak kullanılabilir.
3. Sağlık, kozmetik ve besin ürünlerine ek olarak:
· Şekerler-sakızlar:Propolis bu ürünlerde tadlandırıcı veya ağız enfeksiyonlarına karşı kullanılabilir.
· Boğaz pastil ve damlaları: hızlı ve etkili çözüm sağlar.
· Burun spreyi, burun damlası ve boğaz spreyi
· Diş macunu: enfeksiyonlara, diş abselerine, çürüklere, ağız kokusuna,diş beyazlatılmasına yardımcı olur.
· Cilt ve kozmetik kremleri, balzamları: cilt sağlığı ve koruması için kullanılır. Ayrıca bu ürünler kesik, abse, yara ve yanıklara uygulanır.
· Şampuan: koruma ve kepeğe karşı.
· Sabun: güçlü koruma
Propolis Hakkında Genel Bilgi;
Propolis, arılar tarafından değişik ağaç kabukları ve bitki yapraklarından toplanarak kovanlara taşınan reçineli maddedir.Propolisin oluşumunda arıların polen ve enzim katkısı bulunmaktadır.Doğal antibiotik,antiseptik,antifungisttir.Arılar propolisi kovan içinde ölen ve dışarı atılmayan arıların izole edilmesinde kullanarak, hastalıkların yayılmasını önler. Arılar,peteği inşa ederken propolisi balmumuyla karıştırıp petek ve kovan yapımındada kullanırlar. Propolis; %55 reçineler ve balsamlar,%30 mumlar,%3 polen,organik ve mineral maddelerden oluşur.
Ayrıca yapısında amino asitler,vitaminler bulunur.Bioflavonoid içeriği akaldan kat kat fazladır.Bioflavonoidler,vitamin C nin asimilasyonunda temel taştır.
Propolis; Bakteri ve enfeksiyonlara karşı mücadelede mükemmel bir yardımcıdır, ayrıca akyuvarların bakterileri harap etme işlemi olan fagositozu kuvvetlendirir.Sadece gripte değil,tekrarlayan çeşitli enfeksiyonlarda ve zayıflamış bağışıklık sistemini güçlendirmede oldukça yararlıdır.
Propolisin Gücü;
Propolisin gücü, aynen üreticisi bal arıları gibi çok geniş kapsamlı ve sayısızdır. Yüksek kolesterolü olan kişlerde propolisin faydaları görülmüştür. Çin de Lian Yun Gang ın Workers hastanesinde Dr. Fang Zhu, hipertansiyon, damar tıkanıklığı koroner kalp rahatsızlığı olan 45 hasta seçmiş ve bu hastalara 30 gün boyunca günde 3 defa 300 mg propolis vermiştir. Bu süre sonunda hastaların kolesterol düzeylerinde belirgin düşüşler gözlenmiştir.
Propolisin diğer bir faydası ise, enzimleri bloke eden prostaglandinleri ortadan kaldırmasıdır. Prostaglandinler tarafından ortaya çıkan ağrı ve ateş propolis tarafından ortadan kaldırılmıştır. Propolis aspirinle aynı enzimleri bloke etmektedir fakat aspirinin yan etkilerini göstermemektedir.
Propolisin enzim bloke edici ve prostaglandin inhibe edici etkisi,ağız ve boğaz için de faydalıdır. Mesela, diş eti kanaması ve doku zedelenmesi ağız sağlığı için en büyük problemlerden birisidir. İltihaplanma ve kanama, diş yapısında zayıflamaya ve diş kaybına neden olur. Fakat propolis, bazı spesifik enzimleri bloke ederek, prostaglandin oluşumunu engeller, iltihaplanma ve diş eti kanamasını önler. Propolis aynı zamanda, diş etindeki damarların yüzeylerini güçlendirir.
Propolisin faydalarından bir diğeri ise, protein metabolizmasını düzenlemesidir. Saraybosna Radyoloji Enstitüsünden bazı fizikçiler radyasyon alan hastalardaki bazı proteinler üzerinde çalışmışlardır. Bu hastalar,düzensiz protein metabolizması ya da X ışınları nedeniyle karaciğer rahatsızlığı bulunan hastalardır. Bu hastalara iki ay boyunca propolis verilmiştir. Diğer grup hastalara ise placebo ilacı verilmiştir. İki ay sonunda, propolis verilen hastaların çoğunda iyileşme, diğerlerinde ise önemli gelişme gözlenmiştir. Placebo ilacı verilen hastalarda ise hiçbir gelişme gözlenmemiştir.
KARATAY DİYETİ İLE SAĞLIKLI ZAYIFLAMA
Tarih: 07 Şubat 2012
Uzun zamandır birçok diyet yöntemleri ve uzmanların yazdığı kitaplar, makalelerle zayıflamaya ve sağlıklı kilo kontrolü için çaba harcıyoruz. Sonuç ne ? Hiç, olmuyor, zayıflayamıyorum !! Şimdi birisi çıkıyor ve diyor ki, "siz Türksünüz Türklerin yeme içme alışkanlıkları farklı, benim dedem 100 yaşını geçmişti, amcam 95 yaşında bisiklet sürüyor, bunlar köyde yaşıyor ve doğal besleniyor. Haydi çevrenize bakın, kimin akrabası yok ki, köylerde yada kırsal bölgelerde doğal gıdalarla beslenen ve uzun yaşayan akrabası olmasın... İşte gerçek. Karatay diyeti, birçok insanın faydalı oluyor dediği bu diyet tamamen tabuları yıkıyor. Ye yiyebildiğin kadar, ancak meyvalardan uzak dur. Çerez ooooo istediğin kadar ye, abartmadan ceviz, fındık, badem, fıstık. Kahvaltıda 2 yumurta, az pişmiş, dikkat çok pişmeyecek, trans yağlar ortaya çıkmasın. Artık Türk insanına göre bir diyet var.
Karatay Diyeti ile doğru bildiğiniz yanlışları düzelteceksiniz. Kilo verirken, sabahları dinç ve dinlenmiş olarak uyanacak, güne sevinç içinde başlayacaksınız. Bütün gününüzü de acıkmayarak, tatlılara saldırmayarak, enerji dolu geçireceksiniz. Bağışıklık sisteminizi güçlendirecek ve dolayısıyla sık sık hastalanmayacaksınız! Bu arada her gün düzenli olarak günde 2-3 gr Omega-3 tüketmelisiniz.
Profesör Doktor Canan Efendigil KARATAY'ın kitabını alın ve ayrıntıları okuyun. Bilimsel gerçeklerle desteklenmiş bir kitap. Alın okuyun, mutlu ve sağlıklı yaşayın. Asağıda Kitabın Yazarı Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay'ın kendi kaleminden bir özetini okuyabilirsiniz.
Istanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde öğretim üyesi Prof. Dr. M Canan Efendigil KARATAY aynı zamanda Karatay Diyeti - Bilimsel Gerçeklerle Kilo Vermenin ABC’si isimli kitabın yazarıdır.
Bugün Prof. Dr. M Canan Efendigil KARATAY Seda Sayan'ın programı olan "Sabahın Sedası"nda sağlıklı beslenme ve karatay diyeti üzerine bazı açıklamalar yaptı. İşte Prof. Dr. M Canan Efendigil KARATAY'ın anlattıkları:
Sık sık yemek yemeyin:
İnsülin direnci sık sık yediğimiz zaman ve harcamadığımız zaman kırılamaz.
Az yemek doğru değil, 3 öğün, fakat tok olarak yenilecek. 24 saatin en önemli öğünü kahvaltıdır. Sabah çok kuvvetli yememiz lazım. Her gün 2 yumurta veya pastırmalı yumurta veya menemen yiyebilirsiniz. Avuç içimiz kadar peynir ve yanında salatamızı yiyebiliriz. Yumurta, beyaz peynir, 10-15 zeytin, 1 fincan ceviz (veya fıstık, badem). Ekmek yerine ceviz yiyin. Kilo vermek isteyenler ekmek yemeyecekler. Çünkü ekmek insülin direncini arttırır.
İnsülin yağları depo eden hormondur. Az ve sık yediğimiz zaman sürekli yağlar bu depoya gönderilir. Yemek yediğimiz zaman insülin yükselir ve 2 saat sonra düşmeye başlar. Ve acıkma hissi ortaya çıkar.
Çok kuvvetli bir kahvaltı yaptığımız zaman bütün gün acıkmayız. O sırada leptin hormonu devreye girer ve kendi vücut yağlarımızı ara öğün olarak kullanır. Bu nedenle acıkmayız. Sık sık yediğimiz zaman karaciğer ve pankreas yorulur. Bu nedenle sık sık yemek yemek doğru değildir.
Kilo vermek için insülin direncini kırmak şart:
Ekmekten uzak durulması gerekir. Ekmek yerine ceviz yemeye başlayabilrisiniz. Hiç acıkmayacaksınız ve göbek, basen yağları eriyecek. Yalnız bu yağlar yılların birikimi olduğu için bir anda gitmez. Zamanla yediklerinize dikkat edip kilolarınızı vereceksiniz. Aç kalarak kilo verilmez. 24 saatte mutlaka su vücuda girmelidir. Susuz kaldığınız sürece kilo veremezsiniz.
Öğle yemeğinde ne yenilmelidir:
Eğer acıkmadıysanız öğle saatinde bir şey yemeyiniz. Bir fincan fındık-fıstık yiyebilirsiniz. Lahmacun en sağlıklı yiyeceklerden biridir. Hamuru çok ince olmalıdır. lahmacun şu bakımdan sağlıklıdır: üstünde et ve sebze vardır, yanında soğanı ve maydanozu vardır. Güvendiğiniz bir yerde küçük bir lahmacun yiyebilirsiniz. Kilo verene kadar bu şekilde devam etmelisiniz. Bu karaciğer yağlarının gitmesi için şarttır.
Karatay diyeti nedir? Karatay diyeti nasıl yapılır?
Karatay diyeti aslında bir diyet değildir. Bir yaşam biçimidir. Bu önemli konulara sağlıklı bir yaşam için dikkat edilmelidir. Biz hareketsiz bir toplumuz, çok ekmek yiyoruz, çok meyve suyu içiyoruz. Bunun yerine balık yiyebiliriz. Balık sağlıklı bir yiyecektir.
Bilim adamları "şeker en tatlı zehirdir" diyorlar. Bir dilim ekmeğin üzerine kesme şekerleri yerleştirin, ne kadar şeker alırsa o kadar şeker yiyoruz ekmekle birlikte. Karaciğer yağınızı azaltmak istiyorsanız ekmekten uzak durmalısınız.
Önemli olan sağlıklı olarak yavaş yavaş kilo verip, o kilolarda kalmaktır.
Yaz geliyor, kiraz, erik, bir iki kayısı ve çilek yiyebilirsiniz. Kavun ve karpuzdan kilo vermek istiyorsanız uzak durmalısınız.
"Özgür tavuk" yenilmelidir
Köy tavukları sağlıklıdır, doğal ortamda büyüyenler. Ama hareketsiz bir ortamda büyüyen tavukları tüketmenizi önermem. Kebap ve baklagiller tüketebilirsiniz, yanına ekmek yemeyeceksiniz. Balık sağlıklıdır. Yalnız mısır unu kızartıldığı zaman kanserojen etki ortaya çıkar.
Dikkat etmeniz gereken en önemli nokta akşam saat 8'den sonra yemek yemeyeceksiniz.
Zayıflamak için ne yapmalıyım?
Tarih: 07 Şubat 2012
Zayıflamak için ne yapmalıyım?
Aşağıdaki tablodaki "DEĞER" adlı değer; 1kg 'lık ağırlığın 1 dakikada harcadığı kcal (kilo kalori) miktarını ifade eder. Bu değeri ağırlığınız ile çarptığınız zaman ortalama olarak 1 dakikada harcadığınız enerjiyi bulursunuz. Bu değeri de istediğiniz dakika miktarıyla çarparak toplam faaliyet süresince ne kadar enerji harcadığınızı bulursunuz.
Ör: " Ütü yapmak " faaliyetinin tablodaki faktörü 0,033 'tir. 70 kiloluk bir insanın 30 dakika boyunca ütü yaparak ne kadar enerji harcadığını bulmak için.
Harcanan Enerji = Değer x Ağırlık (kg) x Süre (dak)
Harcanan Enerji = 0,033 x 70 x 30 = 69,3 kcal
Tablodaki "1 saatte harcanan Enerji" bölümünde ise örnek olması amacıyla 50kg ve 75kg ağırlığındaki iki insan için gerekli değerler hesaplanmıştır.
Tablodaki enerji harcama miktarlarının kesin olarak doğru olması mümkün değildir. Faaliyetin zorluk derecesine, insan vücut tipine, kas-yağ oranına, yaşına ve benzeri faktörlere göre değişecektir. Ancak ortalama olarak gerçek değerlere oldukça yakın çıkacağını söyleyebiliriz.
Şimdi aşağıda sıralanan maddeleri dikkatle okuyalım. Bu maddelerden birkaç tanesini aynı anda uygulayabilmek sizin için çok iyi bir kilo verme performansı demektir. Eğer maddelerden birçoğunu aynı anda yapabiliyorsanız hızla kilo verebilirsiniz. Sadece 1-2 tanesini yapabiliyorsanız bile kilo verebilirsiniz ama daha uzun süre alacaktır.